Bu şiirler, Haşim’in sembolistlerden etkilenerek yarattığı dış dünyayı çizen birer tablo halindeki şiirlerdir. Parnasyenler[1] tabiatı verirken bir fotoğrafçı titizliğiyle çalışır, objektiviteyi tespit ederlerdi. Sembolistler ise tasvirlerinde gerçekçi değildirler ve psikolojik eğilimlerinin etkisini on planda tuttuklarından, kendi hayal dünyalarındaki tabiatı kelimelerle, duygusallık içinde vermeye çalışırlar. Haşim şiirin bir duygu aracı olduğuna inanırdı. Bu bakımdan onun bu tip şiirlerinde anlamdan çok, yalnız duygu vardır. Bu şiirlerde Haşim, konudan ayrıldığı gibi, mekândan da sıyrılmıştır.
Haşim’in tabiattan kaçış tem’ini daha iyi anlayabilmek için bu şiirleri deşmeden birkaç örnek vermekle yetineceğiz.
AĞAÇ
Gün bitti. Ağaçta neş`e söndü.
Yaprak ateş oldu, kuş da yakut;
Yaprakla kuşun parıltısından
Havzun suyu erguvana döndü
Ahmet HAŞİM
(Piyale, 1926)
BAHÇE -veya- TAHATTÜR
Bir Acem bahçesi, bir seccâde
Dolduran havzı ateşten bade.
Ne kadar gamlı bu akşam vakti
Bakışın benzemiyor mu’tâde[2].
Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar
Dalmış üstündeki kuşlar yâda.
Bize bir zevk-i tahattur kaldı
Bu sönen, gölgelenen dünyâda!
Ahmet HAŞİM
(Piyale, 1926)
YARI YOL
Nasıl istersen öyle dinle, bakın:
Dalların zirvesindeyiz ancak
Yarı yoldan ziyâde yerden uzak.
Yarı yoldan ziyâde mâha yakın.
Ahmet HAŞİM
(Piyale, 1926)
HAVUZ
Akşam yine toplandı derinde…
Cânan gülüyor eski yerinde
Cânan ki gündüzleri gelmez,
Akşam görünür havuz üzerinde;
Mehtab kemer taze belinde,
Üstünde sema gizli bir örtü,
Yıldızlar onun güldür elinde…
Ahmet HAŞİM
(Piyale, 1926)
KARANFİL
Yârin dudağından getirilmiş
Bir katre âlevdir bu karanfil,
Rûhum acısından bunu bildi!
Düştükçe vurulmuş gibi, yer yer,
Kızgın kokusundan kelebekler,
Gönlüm ona pervâne[3] kesildi.
Ahmet HAŞİM
(Piyale, 1926)
ÖĞLEDEN SONRA
İçer gümüş kıyılardan remîde[4] âhûlar
Ve onların sesi eyler bütün sükûtu harâb,
Eder bu daveti, durgun sulardan, istiğrâb[5]
Gürültüsüz ve uzak mâî diğer âhûlar…
Ahmet HAŞİM
(Göl Saatleri, 1921)
SİYAH KUŞLAR
Gurûb-ı hûn[6] ile perverde-rûh olan kuşlar
Kızıl kamışlara, yaakut âba konmuşlar;
Ufukta bir ser-i maktu andıran güneşi
Sükt-ı gamla yemişler ve şimdi doymuşlar…
Ahmet HAŞİM
(Göl Saatleri, 1921)
YARASALAR
Dağılmış hazân-dîde[7] tüller gibi
Uçuşmakta sessizce huffâşeler[8];
Giderler, gelirler… San örmekteler
Nücûm-ı kederle zalâm-ı şebi.
Ahmet HAŞİM
(Göl Saatleri, 1921)
TULÛ-I KAMER
Dağıldı cevf-i havâlîye[9] bir garîb âvâz,
Gürültüler, asabi sayhalarla cûşâ-cuş[10]
Bütün tuyûr-ı hafâ[11] gölden ettiler pervâz…
Neden bu korku, neden ansızın bu cuş u hurûş?
Ufukta çenber-i lerzân âba yaslanmış,
Ufukta çünkü tecellî-i mâh eder suyu nûş[12]…
Ahmet HAŞİM
(Göl Saatleri, 1921)
Oyhan Hasan BILDIRKİ
[1] Gerçekçiler.
[2] Alışılmış.
[3] Işık etrafında dolanan kelebek.
[4] Ürkmüş, ürpermiş.
[5] Garipseme, şaşma.
[6] Kanlı gurup.
[7] Sonbahar görmüş, ihtiyarlamış.
[8] Yarasalar.
[9] Ortalığa çıkmış.
[10] Çok coşkun.
[11] Gizli kuşlar.
[12] Tatlı, bal, içki, iksir.