Peyami Safa, ortaokul ders kitaplarının etkisiyle sadece Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndan ibaretmiş gibi düşünülür genellikle. Ne var ki Safa, Türk edebiyatında istisnai bir romancıdır. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ile insan psikolojisini nasıl derinlemesine tahlil edebildiğini kanıtlamış olmakla birlikte “Biz İnsanlar”, “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu”, “Yalnızız” gibi romanlarında bu tahlilin ötesine geçmiş; romanlarına felsefi, varoluşçu bir boyut kazandırmıştır. Karakter analizleri, insan ilişkileri, yozlaşmış düzen, etik değerlerin sorgusu konularında bir manifesto sayabileceğimiz “Yalnızız”,  içinde “Keşke daha etraflı anlatılsaymış,” dediğimiz bir ütopya barındırır. Ayrıca yazarın düşünce ve sanat gücünü en iyi yansıtan romanlarından biridir.

     
Roman, İkinci Dünya Savaşı sonrası toplumda ahlakın nasıl yara aldığını; materyalizmin, ışıltısı gözleri kamaştıran, hatta kör eden Batı’nın Türk insanı üzerindeki etkilerini Samim, Besim, Mefharet, Selmin, Feriha, Ferhat ve Meral üzerinden anlatır. Bu öyle bir yozluktur ki, abla, erkek kardeşiyle kızının ilişki yaşamasından şüphelenebilmektedir; Meral, hayatında üç erkeği birden barındırabilecek bir mideye sahiptir; Selmin, histerik annesini çileden çıkarmak için felaket senaryoları yazmaktan ve onu bunlara inandırmaktan çekinmemektedir; Feriha, okulu bırakıp kendi yaşının üç katı yaşta bir para babasıyla Paris’te maddi çıkara dayanan bir ilişki yaşayabilmektedir. Herkes içinde bir yalan taşır ve bu yalanla yalnızdır. Hemen herkes huzursuzdur, her an içlerinde sebebi çok da somut olmayan bir tedirginlik taşırlar, gamsız Besim dışında. Başka bir deyişle “Yalnızız”, bir “yalnızlar güruhudur.” Esasen herkes kendince bir kaçış yaşamaktadır; Besim hiçbir şeyi ciddiye almaz, hayatın hazzını lezzetli yemeklerde bulur, Meral için kurtuluş ışıltılı Paris’tir, Samim içinse kurtuluş, zihninde yarattığı hayali ülkedir. Eserin en makul, olgun, aklı başında kişisi sayılabilecek Samim, kendi ailesinin ve genel olarak toplumun nasıl yoldan çıktığını gördükçe zihninde adım adım ideal bir toplum yaratır ve buna “Simeranya” adını verir. “Sayılabilecek” dememizin sebebi şu: Roman- Türk edebiyatı için bir dönüm noktası olduğu kabul edilmekle birlikte- bazı noktalarda eleştirilere de maruz kalmıştır. Bunlardan biri de, roman boyunca ideal toplum ve ahlak dersi veren Samim’in, zamanında evli bir kadınla ilişki yaşaması; yıllar sonra da aynı kadının kendisinden yirmi küsur yaş küçük kızına âşık olmasıdır. Bu durumu, Safa gibi bir yazarın açığı ya da romanın açmazı olarak düşünmenin ne derece doğru olduğu tartışmaya açıktır. Yazarın, “İdeal insan olabilecek kişi bile işte böyledir,” gibi bir mesaj verdiğini, başka bir deyişle insanlıktan ümidini kestiğini ironik şekilde ifade ettiği yaklaşımı daha mâkuldur.

     Simeranya’ya dönersek, Samim, bu hayali ülkedeki yaşantının özelliklerini defterine not eder. Samim’in yakın çevresi tarafından da bilinen bu hayali ülke, zaman zaman diğer karakterlerce istihzalı yorumlara maruz kalsa da Samim umursamaz. Çevresindeki mide bulandırıcı yozluğu gördükçe Simeranya’da biraz nefes alır. Bu bir nevi kaçıştır onun için.

     Peki Simeranya nasıl bir yerdir? Simeranya’da aşk enstitüsü vardır ve burada eski dünya problemleri şubesi bulunmaktadır. Bu şubede koltuğa uzanıp sorununuzu yüksek sesle düşünürsünüz, makine sesinizi kaydeder ve sorun bir gün içinde incelenip sonucu sahibine bildirilir. (Murat Menteş’in farklı atmosferler yarattığı romanlarından Korkma Ben Varım’da da Gönül İşleri Bakanlığı yok mudur?) Enstitü, aşk hadiselerine dair müşahedeleri toplayıp “insan bütünü incelemeleri merkezine” gönderir. Hadise eski dünyadaki gibi tek boyutlu olarak incelenmez, sağlıklı sonuç için çok yönlü bir toplu inceleme metodu uygulanır. Samim bunu, Selmin’e Ferhat’la olan sorunlarını nasıl çözmesi gerektiğinden bahsederken anlatır.

     Samim, Meral’in bitmek bilmeyen yalanları üzerine düşünürken Simeranya’da yalanın gereksiz bulunduğunu söyler. Eğer insan hayattaki zıtlıkları barıştırıp kutuplardan birini örtmek ihtiyacı duymazsa yalana da gerek kalmaz. Simeranya’da hastalıkların her şeyden önce ruhta başladığı bilinir. Ruh, hastalığa zemin hazırlarsa hastalık bedene çekinmeden gelir oturur. Örneğin Samim’in yeğeni  Aydın, gireceği matematik sınavının stresiyle menenjit olmaktan kıl payı kurtulur. Bu noktada doktorlar önce hastanın hayatına, hikâyesine, ruhuna bakarlar. Simeranyalılar hayatın zorlukları karşısında öfkelenmemeyi, ümitsizliğe kapılmamayı öğrenir, benimserler.

     Aydın vesilesiyle hastalıkların sebebinin yanında eğitim sisteminin de nasıl yetersiz ve ezberci, amacından uzak olduğunu vurgular Safa. Samim’in Simeranya’sında okul denen kurum yoktur. Seviyeye uygun okuma salonları, laboratuarlar, atölyeler vardır. Spor, müzik, sinema, tiyatro evleri yer alır. Eğitim, ürkütücü bir devin gölgesi gibi insanların üzerini bürümez. Zorlama yoktur. Zorlama olan her şey korkunçlaşır fikriyle herkes, merak ettiği konuyu kendi iradesiyle araştırır. Bu konuda yol gösterici kılavuzlar vardır. İnsanların hayatları boyunca hiçbir işlerine yaramayacak bilgilerin zorla dayatıldığı eski eğitim sisteminden Simeranya’da eser yoktur. Herkes, hayattaki hedeflerine, mesleki ihtiyaçlarına uygun doğrultuda gerekli bilgileri edinir. Günün ikinci yarısı, yeteneklerine göre ayrı meslek şubelerinde staj görürler. İnsan, gerekli gereksiz bilgileri ezberlemek zorunda olan bir robot papağan değil, yeteneklerini kendi akıl ve iradesiyle geliştiren bir varlıktır.

     Thomas More’un Utopia’sında olduğu gibi Simeranya’da da kazanç ayarlaması kanunu vardır; memleketin zenginliğini eşitçe dağıtmak esastır, kimse hak ettiğinden fazlasını kazanmaz ve böylece sosyal adalet sağlanmış olur. Kazançlar bakımından uç kutuplar yer almaz; ne yoksul çok yoksul ne de zengin çok zengindir. Çalışmamak yasaktır.

     Kadınlardaki kıyafet fetişini de anlamsız bulur Samim. Simeranya’da cildi korusa da güneşin yararlı ışınlarından mahrum bırakmayan, vücuda yapışan ince ve şeffaf bir kumaş kullanılır. Bu tek tip kıyafet anlayışı More’un Utopia’sında da vardır.  Moda, bir sınıfın tekelinde değildir, herkesten izler taşır. Kadının vücuduna verebileceği şekil kendi iradesindedir. Hatta bebek bekleyenler, doğacak çocuklarının biçimlerine bile etki edebilirler. Bu noktada roman; soğuk, mekanik gelecek atmosferiyle ütopyalara değil distopyalara göz kırpar.

     Özellikle Samim’in ve Meral’in içinde bulunduğu ruh halleri romana varoluşçu bir kimlik kazandırır. Romanın hayatı en çok sorgulayan kişileri şüphesiz Samim ve Meral’dir. Selmin’le açılış yapılsa da ilerleyen kısımlarda Meral’e daha ağırlık verilir. Selmin’in iç dünyasını, neden annesini kasten üzmek amacında olduğunu, neden hayatla kavgalı olduğunu bilemeyiz. Selmin’in sadece yaptıklarını, Meral’in ise hem yaptıklarını hem de bunlara sebep olan içsel fırtınalarını, gelgitlerini biliriz. Bu noktada, romanın başında eserin ağır topu olduğu izlenimi veren Selmin karakterinin anlatımı, Meral’e göre daha yüzeysel kalır. Beklenmedik anda direksiyon kırılır; ya da başka bir teşbihle, kamera açı değiştirir ve Meral’e zum yapar. Romanın sonuna kadar da Meral odak noktası olur. Besim ve Mefharet ise romanın derinlikten yoksun kişileridir; Besim için hayatın amacı lezzetli yemekler yemektir, ne üzüntüsü ne sevinci derindir;  Mefharet ise bardağın hep boş tarafını görmekte, hal böyle olunca da her türlü olumsuzluğu kendisine çağırmakta, bir histeri krizinden çıkıp diğerine girmektedir. Meral’in annesi Necile, ağabeyi Ferhat ve babası, adeta romanın trajik sonunun kilit kişisi Meral’deki nevrotik durumun sebebini açıklamış olmak için vardırlar. Selmin’den Meral’e meyleden bu kırılış, Simeranya için de geçerlidir. Varoluşçu bir romanın içine bir ütopya yerleştiren Safa, romanın başında tıpkı Selmin gibi ağırlığını ve önemini hissettirdiği bu hayali ülkeyi, romanın yarısından sonra neredeyse hiç anmaz. Özellikle Meral, annesi, babası, Ferhat ve Samim üzerinden hayat ve insan ilişkileri daha yoğun sorgulanmaya başlar. Yani romanda tadımlık bir ütopya var.  Yine de Safa,  varoluşçu bir romanla ütopya fikrinin birbiri içinde ne kadar yakışık, uygun olacağını bilmiş. Ayrıca var olan bozuk düzenden, çivisi çıkmış dünyadan kendi ütopyasına kaçan roman karakterinin, yazıldığı dönemin ötesinde olduğu kabul edilmelidir.

Kaynak: yitikulke.com