Eserin Adı:
Devlet Ana
Türü: Roman
Yazarı: Kemal Tahir
İlk Yayımlandığı Yıl: 1967
Basım Yeri ve Tarihi: İthaki Yayınları, İstanbul 2013
ISBN : 9789752731333
 
    
Kemal Tahir’in Devlet Ana romanı, Söğüt kasabasına yerleşen küçük bir göçebe aşireti durumundaki Türkmenlerin çevresindeki düşmanlarla mücadele edip yeni yerler fethederek Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu gerçekleştirmesini anlatır. Romandaki olaylar 13. yüzyılın sonlarıyla 14. yüzyılın başlarında geçer. Bizanslıların ve Moğolların yozlaşmış tutumlarına karşı Osman Bey, fethettiği topraklardaki insanlara hiçbir baskı uygulamaz, sevgi, adalet ve hoşgörü ile hükmeder.

     Kemal Tahir’in bu romanında, “Türkiye’de çökmüş bir imparatorluğun yarattığı aşağılık duygusunu silmek ve Osmanlı insan tipini, onun erdemlerini, devlet kurma yeteneğini belirtmektedir.

     Devlet Ana romanı 1967 yılında yayımlanmış, 1968 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü kazanmıştır.

 Kişiler

 Osman Bey: Orta boylu, fakat geniş omuzlu, kalın pazılıdır. Kollarının bacaklarının, gövdesine göre uzunluğu doğuştan iyi savaşçı, iyi binici olduğunu gösterir; çatık kaşları, kemerli burnu, köşeli çenesi, tuttuğunu koparma gücünü, biçimli ağzının ucundaki yumuşak gülümseme, gerektiği zaman insanların suçlarını bağışlama yeteneğini ortaya koyar. Yakışıklı olduğu kadar utangaçtır da. Karşısındakilere hiç zorlanmadan güven vermesi, öz konuşmasındandır.

     Akçakoca, Dündar Alp’e bey olarak niçin Osman’ı seçtiklerini şu şekilde açıklar: Biz uyurken uyumadı bekledi, Osman Bey.  Çıplağımızı giydirmeye, açımızı doyurmaya çalıştı. Gücü yetse de yetmese de. canımızı canı, ırzımızı ırzı saydı. On üç yaşından bu yana savaşlarda gördünüz, ölüm tırpanının vınladığı yerde başını eğdi mi? Düşmanı hepimizin önünce kovup gerilerken hepimizin ardınca gelmedi mi? Bize Osman Bey’den uygunu kim?”

 Akçakoca: Ertuğrul Bey’in çocukluk arkadaşı, ahi yoldaşı, savaşlarda eşi, kardeşten ileri kan kardeşidir. Yaşı sekseni aştığı halde koca çınar gövdesi gibi dimdik, ak sakallı bir adamdır. Akçakoca, ermiş değilse de yaklaşmıştır. Kerameti yoksa da feraseti vardır.

 Şeyh Edebali: Ertuğrul Bey, Osman Bey ve Orhan Bey’in saygı duydukları, akıl danıştıkları bir şeyhtir. Balkız’ın babasıdır. Daha sonra Osman Bey’in kaynatası olmuştur.

 Orhan Bey: Ertuğrul Bey’in torunu, Osman Bey’in oğludur. En karmaşık durumlarda hemen bir çıkar yol bulan kıvrak zekâlı biridir. En yakın arkadaşları Kerimcan ile Mavro’dur. Aklına koyduğu bir şeyi vakit geçirmeden yapar. Yar Hisar tekfurunun kızı Lotus’u sever.

 Lotus: Yar Hisar tekfurunun kızıdır. Orhan Bey’in sevdiği kızdır. Arabayla yolculuk ederken atlar ürker ve yoldan çıkar. Orhan Bey yaydan çıkmış ok misali fırlar, hızla akan derin suya batarlar. Orhan Bey, Lotus’u kurtarır.

 Bala Hatun: Osman Bey’in sevdiği, Şeyh Edebali’nin kızıdır. Osman Bey, çocukluğunda Edebali’nin kızını Balkız olarak bilir. Balkız henüz on dört yaşındayken Osman Bey ona âşık olur ve onu istetir. Uzun boylu, ince belli bir kızdır.

 Bacıbey (Devlet Hatun): Rum bacılarının başkanıdır. Uzun boyu, geniş gövdesiyle yürürken sanki Söğüt’ü depreme vermektedir. Ok atmada, mızrak savurmada, kılıç tutmada, binicilikte değme savaşçılardan geri kalmaz, hele korkusuzlukta çoğunu yaya bırakır. Kocası Rüstem Pehlivan’ın bir akında ölmesinden sonra büsbütün sertleşmiş, Ertuğrul Bey’den başkasını dinlemez olmuştur. Söğüt bacılarının beyi, Devlet Hatun, oğullarına hem bilek hem de yürek gücüyle babasızlığın boyun büküklüğünü hiç duyurmamıştır. Oğlu Kerim’i mollalıktan vazgeçirmek için elinden gelen her şeyi yapar. Onun tıpkı babası gibi savaşçı olmasını ister.

 Demircan: Bacıbey’in büyük oğludur. Kerim’in ağabeyidir. İri cüsseli, son derece güçlü biridir. Şövalye Notus Gladyus tarafından sırtından oklanarak kahpece öldürülür.

 Kerimcan: Silahşorluğu sevmeyen, okumaya aşırı derecede düşkün olan bir gençtir. Onun hayali Mısır’a, Bağdat’a, Buhara’ya gitmek, medreselerde okumak, bilginlikte ün salmaktır. Silah kullanmaya hiç heves etmez. Kerim’in bu tutumuna başta annesi Bacıbey olmak üzere tüm Söğüt halkı şaşkın kalır. Ağabeyi Demircan’ın öldürülmesi üzerine otoriter ve sert mizaçlı bir yapıya sahip olan annesi kırbaç zoruyla onun silah kuşanmasını, bir savaşçı olmasını ister. Oğlunun tüm kitaplarını yakar. Sevdiği kız Aslıhan bile “Savaşçı olmayana varmam!” diye söz verdiğini söyler. Annesinin baskılarına daha fazla dayanamayan Kerim mollalığı bırakır. Kaplan Çavuş’tan kılıç dersleri almaya başlar. Adı bundan böyle Kerimcan olur. Ağabeyini ve yengesi Liya’yı öldüren Şövalye Notus Gladyus’ü öldürerek intikamını alır. Romanın sonunda üzerindeki savaş kıyafetlerini çıkarır, kılıcını asar ve kitap okumaya başlar.

 Liya: Issızhan’da kardeşi Mavro ile yaşayan genç bir kızdır. Demircan’ın sözlüsüdür. Hanlarına gelen Şövalye Notus Gladyus tarafından önce taciz edilir. Liya bu tacizden hançeri sayesinde kurtulur. Fakat bir süre sonra sözlüsü ile birlikteyken Şövalye Notus Gladyus tarafından tecavüze uğrar, sonra da boğularak öldürülür.

 Mavro: Kız kardeşi Liya ile Issızhan’da yaşar. Savaşçı olmaya özenen bir gençtir. Hanlarına gelen Şövalye Notus Gladyus’e, onun savaş kıyafetlerine, silahlarına imrenerek bakar. Ablasının öldürülmesinden sonra kendi isteğiyle Söğüt’te yaşamaya başlar. Bacıbey, Mavro’yu ölen oğlu Demircan’ın yerine koyar. Mavro, öldürülen ablasının ve eniştesinin intikamını almak için Kaplan Çavuştan ders alır. Voyvoda Konağı baskınında Müslüman olduğunu söyler. Roman boyunca Orhan Bey ve Kerim’le birliktedir. Romanın sonunda kılıcını Uranha’nın göğsüne saplar.

 Kaplan Çavuş: Eskişehir dolaylarının en ünlü demircisi, en bilgili silah ustasıdır. Kızı Aslıhan ile birlikte yaşamaktadır. Kerim ile Mavro’ya kılıç kullanma, ok atma dersleri verir. Kaplan Çavuş, karısı öldükten sonra “delikli demir” yapmaya karar verir. Bıkmadan usanmadan dükkânında çalışır, ateş tozuyla kurşunu demir borunun içinden atmaya çalışır. Bir gün dükkânında ateş tozuyla uğraşırken alevler üzerine sıçrar, yüzünün bir tarafı yanar.

 Aslıhan: Silah ustası Kaplan Çavuş’un kızıdır. Babasından aldığı dersler sayesinde çok iyi kılıç kullanır. İnatçı ve gururlu bir kızdır. Kerim’i çok sever, fakat savaşçı bir babanın kızı olduğu için belinde kılıç taşımayanı erkekten saymaz.

 Notus Gladyus: Kaba, saygısız, ahlaksız bir silahşördür. Yüzbaşı  Uranha ve Keşiş Benito ile her türlü kötülüğü yaparlar. Sapık ve ahlaksız bir canidir.

 Yüzbaşı Uranha: Kıbrıs’ın Sen-Jean tarikatından Şövalye Notus Gladyus’un  yakın arkadaşıdır. Kendisi de bu tarikata paralı bir askerdir. Birlikte soygunlar yapıp din kardeşlerini soydukları, sarhoş olup kavga çıkararak kan döktükleri, kadınlara tecavüz ettikleri için tarikat tarafından sürgün edilmişlerdir.

 Keşiş Benito: Çorak bir tepenin tam ortasında, pislik içindeki bir mağarada yaşar. Geniş bir ağzı, çenelerini çatırdatarak esneyen dişsiz, dazlak bir deve benzemektedir. Sapık ve  cinsel tutkuları olan hasta biridir.

 Çudaroğlu: Cengiz Han’ın ordusuna ünlü savaşçılar yetiştirmiş Çudar kabilesindendir. Çıkık elmacık kemikleri ve iğde çekirdeğine benzer gözleriyle Moğol olduğu anlaşılır. Her çeşit suç işlemeye meyillidir.

.Pervane Subaşı: Eskişehir Sancakbeyi Ali Şar Bey’in kahyasıdır. Küçük yaştan beri ata bindiğinden bacakları biraz çarpık, sırtı biraz kamburdur.

 Ali Şar Bey: Kadınlara olan aşırı düşkünlüğünden başına türlü belalar gelir. Vaktiyle savaşlarda pazı gücü, cesareti, silahşörlüğü meşhurdur. Sancak beyliğini alnının teriyle kazanmıştır. Şimdilerde ise er meydanlarında çabalamaktansa kuş tüyü döşeklere uzanıp körpe cariyelerin elinden şarap içmeyi daha çok seven biridir. Eskişehir esnafına göre Ali Bey yüzde yüz cennetliktir ama bu kadar uçkuruna gevşek olmasa… Kadınlara olan düşkünlüğü yaşı ilerledikçe azalacağına artar, son zamanlarda iyice azgınlaşmış, kudurganlık halini alır. Gözüne kestirdiği her cariyeyi haremine alır, bu yüzden esircilere olan borcu kabardıkça kabarır. Osman Bey için Şeyh Edebali’ye dünürcü gider, burada Balkız’a ilk görüşte tutulur, ikinci kez gittiğinde kızı kendisine ister. Bu konuda Osman Bey’e de yalan söyler.

 Hophop Kadı: Asıl adı Darendeli Hüsamettin Efendi’dir. Ufak tefek, sıska biridir. Şaraba ve kadına olan düşkünlüğüyle bilinir. Rüşvetçi kadılardandır. Ali Şar Bey’i kısa sürede borçtan kurtarır. Gizliden gizliye her türlü yolsuzluğu yapar. Halktan yüksek oranda vergi alır.

 Dündar Alp: Ertuğrul Bey’in kardeşidir. Ağabeyinin aksine boyu kısadır. Bıyığının ve sakalının aklığı, yüzünün karalığını kapatmaya yetmez. Gaga burnu ile yandan görünüşü yırtıcı bir kuşa benzer. Sadece Söğüt’ün değil, Ankara’dan İznik’e, Kütahya’dan Bolu’ya kadar çevrenin en varlıklısı olarak bilinir. Her fırsatta Osman Bey’i kötülemeye çalışır, onun karşısında yer alır. Dündar Alp hain bir insandır. Beyliğe ait gizli bilgileri, vakit geçirmeden düşmanlara yetiştirir. Fakat sonunda yaptığı hainlikler ortaya çıkar.

 Daskalos Derviş: İznik Ayasofya’sının başpapazının biricik oğludur. Papaz çömezi iken kendini şarapçılığa, kadın düşkünlüğüne ve sonra da kumara vurur. Bir zaman avuç avuç afyon yiyerek abdallarla gezip tozar. Sonra savaşçı dervişlere katılır, fakat işi büsbütün azıtıp yobaz kesilir. Akınlarda eski dindaşlarına akıl almaz eziyetler eder. Dündar Alp ile tanıştıktan sonra gücü iyice artar. Cin gibidir, ağzı iyi laf yapar. Ertuğrul Bey’in yasağına aldırmadan afyon ticareti yapar.

Balabancık: Ertuğrul Bey’in kardeşi Dündar Alp’in kölesidir. Şaşılacak kadar uzun kirpikleri, kocaman gözleri, çocuksu bir yüzü vardır. Silahşorluğa çok meraklıdır. Keşiş Benito tarafından cinsel tacize uğrar. Daskalos Derviş de buna seyirci kalır.

 Olaylar

      Mavro, kız kardeşi Liya ile, Ertuğrul Bey’in himayesinde bulunan Karacahisar topraklarında Issızhan adı verilen bir yolcu hanında yaşamaktadır. Kıbrıs Sen-Jean şövalyelerinden Notus Gladyus ve Uranha hana gelirler. Mavro silahlara ve silah kullanmaya aşırı derecede ilgili bir gençtir. Şövalye Notus Gladyus, Mavro’nun bu zaafından faydalanır, kendisini usta bir şövalye yapacağını söyler. Şövalye son derece kaba ve terbiyesiz biridir. Mavro’nun ablası Liya’ya sarkıntılık eder, onu zorla elde etmeye çalışır. Fakat bu emeline ulaşamaz. Liya, yastığın altından aldığı hançerin zehirli olduğunu söyleyerek şövalyeyi odasından çıkarmayı başarır.

     Şövalye Notus Gladyus, Uranha ve Keşiş Benito bataklığı geçerek Ertuğrul Bey’in at eğitimcisi Demircan’ın çadırının bulunduğu yere gelirler. Bu sırada Demircan ile Liya sevişmektedir. Şövalye daha önce Liya’nın kendisini reddetmiş olmasını gururuna yediremez, bunun ezikliğiyle yayını gerer, çıplak olan Demircan’ı sırtından vurur. Liya ilişkinin vermiş olduğu sarhoşlukla üzerine yığılan Demircan’ın öldüğünü ilk anda anlamaz. Şövalye Notus Gladyus, kendinden geçmiş bir halde yatan Liya’ya tecavüz eder, bu sırada Uranha da sarığıyla kızın yüzünü örter bağırmasını önlemek için. Ayrıca arkadaşının yaptığı pisliği görmek istemediğinden gözlerini kapatır. Şövalye eliyle kızın boğazını var gücüyle sıkar, onu öldürür. Çayırda gezeleyen değerli savaş atlarını alırlar. Kızın ölüsünü Türkmen kilimine sarıp iki yanını Türkmen sarığıyla bağlarlar. Cesedi ata yükleyerek bataklığa atarlar.

      Orhan Bey ile Kerim Çelebi, Demircan’ın çıplak cesedini görürler, büyük bir panik ve şaşkınlık yaşarlar. Köylüler cesedi bu halde görmesin diye hemen giydirirler. Orhan Bey, “baskın var” işareti veren davulu vurmaya başlar.

     Kara Osman Bey’in at eğitimcisini öldürmek, savaş atlarını sürüp götürmek düpedüz meydan okumaktır. Usta bir izci olan Pop Markos, toprağın üzerindeki izlerden hareketle Demircan’ı öldürenlerin iki kişi olduğunu söyler. Orhan Bey, Liya’nın da başına kötü şeylerin geldiğini düşünür. Pop Markos, Orhan Bey, Kerim, Demircan’ın yardımcısı Ermeni Toros katillerin peşine düşerler. İzler Karacahisar toprağına kadar gelir. Orhan Bey dedesinin sözlerini hatırlayarak kimsenin izinsiz sınırı aşmamasını ister. Bundan sonrasına Ertuğrul Bey’in karışacağını söyler.

     Bacıbey, Söğüt kadınlarının başkanıdır. Oldukça sert bir mizaca sahiptir. Uzun boylu ve geniş gövdelidir. Ok atmada ve kılıç kullanmada erkek savaşçılardan geri kalmaz. Son derece korkusuz biridir. Kerim, silah ustası Kaplan Çavuş’un kızı Aslıhan’ı sevmektedir. Kerim, mollalığa heves edince Aslıhan buna üzülür. İnatçı bir kız olan Aslıhan “Savaşçı olmayana varmam!” diye söz vermiştir.

     Orhan Bey, babası Osman Bey’e Demircan’ın sırtından bir okla kalleşçe vurulduğunu söyler. Dedesinin “Beylerden gerçek saklanmaz.” öğüdünü hatırlayarak cesedin çıplak olduğunu belirtir. Ertuğrul Bey, oğlu Osman Bey’e sakin olmasını, barışı bozmak isteyenlerin olabileceğini bu nedenle dostu düşmanı net olarak bilmeden savaş açmanın doğru olmayacağını söyler.

     Cavlakların delibaşısı Adem ejderhası, Kaplan Çavuş’un kızı Aslıhan’ı çeşme başında sıkıştırır. Bu sırada Kerim gelir. Adem ejderhası Kerim’e saldırır. Kerim, kırbacıyla adamı bir güzel döver.

     Söğüt bacılarının beyi Devlet Hatun, oğullarına hem bilek hem de yürek gücüyle babasızlığın boyun büküklüğünü hiç duyurmamıştır. Oğlu Kerim’in de babası gibi usta bir savaşçı olmasını ister. Oğlunu mollalıktan vazgeçirmek için elinden gelen her şeyi yapar. Oğlu Kerim’in kitaplarını yakar. Eline kırbacı alır “Bugünden tezi yok bırakacaksın mollalığı, ağanın kılıcını takacaksın omzuna. Artık Kerim Çelebi değil, Kerimcan’sın.” der. Kerim annesinin isteğini kabul etmez. Bunun üzerine Bacıbey elindeki kırbaçla Kerim’i bir güzel döver. Eli yüzü kan içinde kala Kerim annesinin isteğini kabul eder. Üstündeki cübbeyi çıkarır, Demircan’ın savaş elbiselerini giyer, silahlarını kuşanır.

     Halk meydana toplanmıştır. Dündar Alp ve Daskalos Derviş halkı galeyana getirmeye çalışırlar. Acılar içinde ağıt yakan Bacıbey’i de arkalarına alırlar. Bu sırada Ertuğrul Bey ölür. Akçakoca, topluluğa Ertuğrul Bey’in vasiyetini bildirir; sakin olmaları gerektiğini, akıllıya saldırmanın zararlı sonuçları olacağını söyler. Akçakoca hemen bey seçiminin yapılmasını söyler. Bey olarak Osman Bey seçilir.

     Osman Bey, Şeyh Edebali’nin kızı Bala Hatun’u sevmektedir. Üç yıl önce, Balkız henüz on dört yaşındayken konuşmuş, kızın evlenmeye razı olduğunu anlayınca onu istetmiştir. Ertuğrul Bey’den habersiz yapılan bu istemeyi Şeyh Edebali uygun görmediği için kabul etmemiştir. Babasının ölümünden sonra Osman Bey, Edebali’nin yanına gider. Şeyh Edebali, karşısına babasının ölümüyle sorumluluk altında iki büklüm olmuş bir delikanlı beklerken, Osman Bey’in cesur konuşmalarını duyunca şaşırır. Babasının vasiyetlerini bildirdikten sonra oradan ayrılır.

     Daskalos Derviş, halkı Demircan’ın intikamı için savaş yapılması konusunda kışkırtır. Bacıbey de savaştan yanadır. Osman Bey dostun düşmanın iyice bilinmediği bir durumda savaş yapmanın doğru olmayacağını; bebelerin, yaşlıları, sakatların düşünülmesi gerektiğini söyler.

     Filatyos yanındaki savaşçılarla meydana gelir ve ortaya bir Türkmen sarığını fırlatır. Kerim, sarığı hemen tanır. “Bu sarık Demircan ağabeyimindi.” der. Filatyos, Liya’nın önce ırzına geçilip sonra da boğularak öldürüldüğünü söyler. Katilin Demircan olduğunu zanneden Filatyos, Osman Bey’den açıklama bekler. Osman Bey, Demircan’ın da bir Karacahisar okuyla sırtından vurularak öldürüldüğünü söyler. Tüm bunların iki tarafı birbirine düşürmek için yapılmış haince bir plan olduğu anlaşılır. Filatyos geri döner. Karacahisar’a savaş açılması için halkı kışkırtan Daskalos Derviş’in dili utancından dişine kilitlenir.

     Kaplan Çavuş, Mavro ile Kerim’e ok atma ve kılıç tutma dersleri verir. Omzunda sazı ile Yunus Emre gelir. Kaplan Çavuş uzun süre görmediği çocukluk arkadaşını görünce çok sevinir. Sohbet etmeye başlarlar. Yunus Emre onlara gördüğü hayırlı rüyayı anlatır: “İtburnu’nda, Şeyh Edebali Efendi’mizin mübarek katında, hayırlı perşembeyi hayırlı cumaya bağlayan gece, bir düş gördüm. Şeyh Edebali Efendi’mizin mübarek kucaklarında bir ay doğdu, parıltısı karanlığı çalkaladı çıktı, yükseldi, orak biçimindeyken dola dola sini değirmesine döndü. Dünyayı nura boğdu. Öyle ki, gözler kamaşıp bakmaya güç yetisi kalmadı. Baktım ki, sizin Osman Bey’iniz de iki dizi üstünde sağ yanındadır ve de tesbihe girmiştir. Gökleri bezeyen ay inip geldi, göğsüne yaslandı, gövdesine karıştı. Aman nedir, ne hikmettir? Dememize kalmadı, ayın gömüldüğü yerde bir fidan belirdi, yeşerip büyüdü, göklere dal budak saldı…” Yunus Emre, gördüğü bu rüyayı Şeyh Edebali’ye de anlatır. Edebali, bunun bir Tanrı işareti olduğunu söyleyerek , “Osman Bey, kızımı istesin, bundan böyle veririm.” der. Kaplan Çavuş, müjdeli haberi vermesi için Kerim’i gönderir. Osman Bey, müjdeli haberi alınca çok sevinir, ikinci kez Ali Şar Bey’i dünürcü gönderir.

     Ali Şar Bey, Osman Bey adına gittiği Şeyh Edebali’den Balkız’ı kendine ister. Para, hediye, mal mülk teklif eder. Fakat Edebali kızını vermez. Osman Bey’in bu olanlardan haberi yoktur, çünkü Ali Şar Bey, Şeyh Edebali’den kızını Osman Bey için istediğini, fakat cevabının yine olumsuz olduğunu söylemiştir. Kadınlara aşırı derecede düşkün olan Ali Şar Bey, Hop Hop Kadı’nın da şişirmesiyle Balkız’ı kaçırmaya karar verir. Kahyası Pervane Subaşı’yı kaçırma işinde yardımcı olması için Çudaroğlu’nu iknaya gönderir. Çudaroğlu işin tehlikeli olduğunu öne sürerek alacağı paranın miktarını yükseltmek ister. Çudaroğlu, Notus Gladyus ve Uranha ile birlikte Ali Şar Bey’in yanına gelip pazarlık ederler. Beş yüz altına anlaşırlar. Şeyh Edebali’nin kızı Balkız’ı kaçırmaya çalışırlar, fakat başarılı olamazlar. İmdat davulunun vurulmasıyla Bacıbey gelir. Balkız, Aslıhan’dan Osman Bey’in niçin kendisini istemeye gelmediğini sorar. Aslıhan da Osman Bey’in dünürcü olarak Ali Şar Bey’i gönderdiğini söyler. Balkız, Ali Şar Bey’in Osman Bey adına değil, kendisine istediğini söyler.

     Osman Bey, Voyvoda Konağı’nda iken Filatyos, Çudaroğlu, Ali Şar Bey, Notus Gladyus ve yanlarındaki savaşçılar konağa saldırırlar. Mavro baskını önceden haber aldığı için Orhan Bey, Kerim’i yardım çağırması için göndermiştir. Çarpışmanın başladığı vakit yardım gelir. Mavro, ablasının katili olan Şövalye Notus Gladyus’ü gözünden vurur. Osman Bey de Ali Şar Bey’e bir kılıç darbesi indirir. Mavro savaşın başında karşı tarafın kendisini istemesi üzerine Müslüman olduğunu söylemiştir. Osman Bey sessiz sedasız Balkız’la evlenir.

     Orhan Bey, Yar Hisar tekfuru Hrisantos’un kızı Lotus’u sevmektedir. Söğütlülerin yayla göçüne Filatyos, Çudaroğlu ve Pervane Subaşı tarafından pusu kurulduğu öğrenilir. Osman Bey, adamlarına hazır olmalarını emreder. Bacıbey’i yanına çağırır, uydurma bir yayla göçü tertipleyip boğaza girmelerini ister. Orhan Bey önden giderek gözcüleri ortadan kaldırır. Osman Bey’in sesiyle birlikte pusu kuranların üzerine ok yağdırılır. Orhan Bey, Lotus’a evlenme teklif eder. Lotus bu teklifi kabul eder. Orhan Bey, Lotus’a bir yıl beklemesini söyler.

     Kerim, Keşiş Benito’nun mağarasına girer. Burada bir yıl önce İstanbul-Tebriz kervanına ait çok değerli kitapları görür. Sayısı on olan bu kitapların dünyada eşi benzeri yoktur. Bu nedenle de çok değerlidir. Kerim, bu kitapları yanına alır. Mağaradan çıkarken ayağını kapana kıstırır. Kerim ayağı yaralı olduğu için bir süredir evde yatmaktadır. Kendisini yoklamaya gelen Aslıhan’ı türlü oyunlarla kandırarak öper.

     Yar Hisar tekfurunun kızı Lotus, “Gelsin beni kaçırsın seviyorsa…” diye haber gönderir. Orhan Bey gitmek için izin ister, ancak babası izin vermez. Aslıhan, Balabancık ile sohbet eder. Balabancık, Keşiş Benito’nun rezil bir şekilde yanağını sıktığını, öptüğünü söyler. Onları Daskalos Derviş’e anlattığını, onun da “Allah adamıdır Benito… gönlünü etmek günah değildir, sevaptır.” diyerek güldüğünü söyler. Aslıhan bu duruma hem üzülür hem de çok kızar. Duyduklarını babası Kaplan Çavuş’a anlatır.

     Orhan Bey, Pir Elvan, Kamagan Derviş, Mavro ve Kerimcan, Keşiş Benito’nun mağarasına girerler. Keşiş Benito ile Daskalos Derviş’in konuşmalarını gizlice dinlerler. Bu konuşmalardan Keşiş Benito’nun oğlan düşkünü olduğunu, Derviş Bey’in olup biten her şeyi vakit geçirmeden bu soysuzlara yetiştirdiğini, casusluk yaptığını, Notus Gladyus’ün Demircan’ı nasıl arkadan vurduğunu, Liya’ya tecavüz ettiğini, onu boğarak öldürdüğünü, yarın da Balkız’ı Osman Bey’in gözü önünde ona sahip olduktan sonra boğarak öldüreceğini duyarlar. Orhan Bey ve arkadaşları ortaya çıkarlar, Keşiş Benito’yu kendi zehirli hançeriyle öldürürler, Daskalos Derviş’in de kafasını uçururlar.

     Osman Bey geceleyin bir toplantı yapar. Toplantıya Dündar Bey’i de çağırtır. Mavro mağarada duyduklarını anlatır. Yaptığı hainliklerin, kötülüklerin bir bir ortaya çıkmasıyla Dündar Bey’in dünyası kararır. Hançerini çekerek Osman Bey’e saldırır. Tam bu sırada Pir Elvan, elindeki kısa kargıyı Dündar Bey’e saplar, onu öldürür. Bacıbey, savaşçı kadınlar ve kadın kılığına girmiş askerlerle Bilecik Hisarı’na girer. Sadece Şirin Kız’ın kaybıyla kale ele geçirilir. Şövalye Notus Gladyus, Uranha ve Pervane Subaşı giderken Mavro, Şövalye Notus Gladyus’ün omzuna bir ok saplar. Bataklığa doğru var güçleriyle kaçmaya başlarlar. Kerimcan ve Mavro onları takip ederler, sabaha karşı Issızhan’a gelirler. Mavro, Uranha ile kılıç tutuşur, Kerimcan da Şövalye Notus Gladyus’e saldırır. Şövalye Notus Gladyus’ün ayağı boğşluğa gelir ve düşer. Mavro da bir kılıç darbesiyle Uranha’yı yere serer. Pervane Subaşı da bataklıktan çıktığı sırada Kaplan Çavuş tarafından yakalanır, Karacahisar zindanına atılır.

     Kerimcan odasına girer, kılıcını çıkarır, saygıyla öptükten sonra duvara asar. Keşiş Benito’nun mağarasından aldığı kitapları okşar gibi karıştırmaya, rastgele okumaya başlar. Aslıhan da gizlice Kerim’i gözetlemektedir. Kerim, Aslıhan’a savaşçılığı gözü kesmediğini, kitapları seçtiğini, Şeyh Edebali’nin medresesine molla olarak gireceğini söyler. Aslıhan bir an, Kerim ile Mavro’nun bataklıkta öldüğü haberini duyduğunda ne kadar üzüldüğünü, acı çektiğini hatırlar. Kerim’i çok sevmektedir. Onu molla haliyle kabul eder, “Karı kısmı, er işine karışabilmez Türkmen töresince.” der. Kerimcan’ın tekrar molla olacağını duyan Bacıbey, çok sinirlenir, kırbacı eline alır. Kerimcan, kızgın bir şekilde üzerine gelen anasını, babası Rüstem Pehlivan’ın kükreyişiyle durdurur, kırbacı elinden alır. Aslıhan, kaynanasını dışarı çıkarır. Kadınlar çıkınca Kerim Çelebi, kamçıyı atıp sedire oturur, Siyasetname’yi okumaya başlar.
     
                                         Yazar Hakkında Bilgiler

     Asıl Soyadı “Demir” olan Kemal Tahir, 13 Mart 1910 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Tahir bey deniz yüzbaşısı ve II.Abdülhamid’in yaverlerindendi. Ailenin en büyük erkek çocuğu olan Kemal Tahir, Cezayirli Hasan Paşa Rüşdiyesi’nden sonra girdiği Galatasaray Sultani’sinin 10.sınıfındaki eğitimini, annesinin vefatı üzerine yarıda bırakarak çalışmaya başladı. Avukat katipliği, Zonguldak Kömür İşletmeleri’nde ambar memurluğu yaptı.
     1932’de gazeteciliğe adım atan Kemal Tahir; dönemin Vakit, Haber, Son Posta, Yedigün, Karikatür, Karagöz ve Tan gibi önde gelen gazete ve dergilerinde çalıştı. 1937’de Fatma İrfan hanımla evlendi.
     1938’de Nazım Hikmet’le beraber Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde “Orduyu isyana teşvik” suçlamasıyla yargılandı ve on beş sene hapse mahkum oldu. İşlemediği bu suç yüzünden 1938’den 1950 senesine kadar tam on iki sene, tahta bavuluna doldurduğu sarı defterleriyle Çankırı, Çorum, Nevşehir, Malatya cezaevlerini dolaştı. “Orduyu isyana teşvik”ten suçlanıyordu, fakat aslında “Komünist”liğinin bedelini ödüyordu, işin trajikomik yanı ise: Kemal Tahir o yıllarda Komünist değildi, aksine, ülke sorunlarına duyarlı, Atatürk devrimleri konusunda tavizsiz, muhalif partiye (Serbest Cumhuriyet Fırka’ya) üye olan arkadaşıyla yumruk yumruğa kavga edecek kadar da ateşli bir Kemalist’ti. Kendi deyişiyle tutuklandığında kitaplığında ağırlıkla “sağ yayın ve kitaplar vardı”.
     Eşine yazdığı bir mektubunda şöyle diyor Kemal Tahir: “Yarım yamalak bilgili kafama bir çok kocaman meseleler yığdılar. Kant, Descartes, Nietzsche, Engels hatta Marks bomboş kafamda koşmaca oynuyorlar. Demokrasi, liberalizm, komünizm, bolşevizm, faşizm, hitlerizm, emperyalizm fır dönüyor etrafımda. Gözleri yeni açılan anadan doğma bir kör gibiyim. Sınıf kavgalarının korkunç meydan muharebesine seyirci kalmak, muayyen bir cephenin üniformasını giymemek hakkına bile malik değilmişim. (Oportünist denilen şaşkınların arasında durduğun yeter!) diye haykıran inandırıcı bir ses duyuyorum.”
     Bu kafa karışıklığına rağmen, sol eğilimli Tan Gazetesi’nde yazı işleri müdürlüğü yapıyor olması, Komünistlikten sicilli Nazım Hikmet’le arkadaşlığı, “donanma davası”na adını karıştırmış ve hiç yoktan on iki sene hapis yatmasına neden olmuştu.
     1950’de genel af yasasından yararlanarak özgürlüğüne kavuştu ve İstanbul’a döndü. İkinci eşi Semiha Sıdıka hanımla evlendi. Geçim sıkıntısından ötürü çeşitli takma
isimlerle gazetelere tefrika romanlar, aşk ve macera kitapları yazdı. “6-7 Eylül olayları” sonrasında tekrar gözaltına alındı ve Harbiye cezaevinde altı ay yattı.
Bu son ama kısa hapislik günlerinin ardından Kadıköy Şaşkınbakkal’daki evinde 21 Nisan 1973’e –ölümüne- kadar sürecek bir okuma, yazma ve düşünme mesaisi içine girdi.
     Kemal Tahir’i diğer Türk romancılarından ayıran en önemli özellik, bazı roman kişilikleri aracılığıyla dile getirdiği tarih ve toplum hakkındaki farklı fikirleridir. Kemal Tahir’in radikal ve ateşli solcular tarafından “sağcılıkla”, Kemalistler tarafından da “gericilikle” suçlanmasına, yerden yere vurulmasına neden olan fikirler:
     Her şeyden evvel, Kemal Tahir Türk toplumunun gelişim ve evrelerini Batı toplumu ile bir tutmamış, tarihsel ve toplumsal meseleleri de bu çıkış noktasıyla ele almıştır. Çünkü, “Doğu devlet tipi”ni tartışmaya açan Tahir’e göre, tarih doğu’da batı’da olduğundan daha farklı şekilleniyordu. İşte bu yüzden Türk toplumunu anlamak için Osmanlı toplum yapısına merdiven dayamak gerekmektedir. Kemal Tahir Osmanlı konusundaki görüşlerini “Devlet Ana” adlı romanıyla dile getirdi. Yıl 1967 idi. Bu romandan evvel 1960’lı yıllarda Marks’ın Asya Tipi Üretim Tarzı Türk sosyalizminin gündemine girdi. Tahir’e göre; Bizans, ilk dönemlerinde halkı kollayan, onu sömürmeyen “devletçi” bir model uyguluyordu. Halk da hoşnuttu. Ne var ki sonraki dönemlerde Bizans ATÜT’den ayrılarak tekfurlar eliyle Avrupa feodalliğine benzemeye başladı. Böylece halktan yana olan “insancıl sistem” bozulmaya başladı. Osmanlılar ise işte tam bu yıllarda “Tımar” yada bir başka ad ile “Ikta” sistemine geçerek eski devletçi Bizans modeliyle Ortadoğu devlet biçimlerinin bir sentezini kuruyordu. Hamurunda dini inançlara ve insana duyulan saygı ve sevgi olan bu model, yükselmekte olan Avrupa feodalizminden daha insancıl ve daha ferah bir yaşam vaat ediği için başta Balkan halkları olmak üzere bütün Doğu Avrupa toplumlarını, köylülerini akın akın Osmanlı bayrağı altına çekiyordu. Köylüler Avrupa feodalizminin zulmünden kaçıyordu. Osmanlı tarihçilerinin araştırmaları da incelendiğinde, ki Kemal Tahir’e de ilham kaynağı olmuş olan Halil İnalcık hocamızın da vardığı sonuç budur. İşte Osmanlı’nın kolayca büyüyüp yayılıp yüzyıllarca ayakta kalabilmesinin sırrı bu sistemdedir: “Tımar” yada “Ikta” sistemi. Ana sebep, ne “İman gücünde” ne de “yeşil sarıklıların” yardımlarında, yalnızca ama yalnızca bilimde, ekonomik şartlarda yatmaktadır…
     Kemal Tahir bu duraklama ve çöküş evresinden kurtulmak için, Tanzimat’tan hatta öncesinden başlayan Batılılaşma çabalarını sertçe eleştirmiştir. Kemal Tahir Tanzimat’la başlayan süreci Cumhuriyet’le devam ettirir, Cumhuriyet’le pek bir şeyin değişmediğini, gidilen yolun aynı olduğunu söyler. Cumhuriyet devrimlerinin “milletin vicdanında” yer edememiş olduğunu iddia eder. Toplum Doğu-Batı değer yargıları ile ikiye bölünmüş gibidir. Kemal Tahir Yeniçeriliğin kaldırılmasıyla başlayan Batılı olma kaygılarını, değişim denemelerini “bir pislik çukurunda debelenmekten” ibaret olarak görmüştür. Bu nedenle batılılaşma, gerekli altyapısı olmayan bir topluma, soyut ve biçimsel bir üstyapı getirme çabasından başka bir şey değildir. Köklü bir ekonomik ve toplumsal devrim yapılmadan başlatılan tepeden inme uygulamalar taklitçiliktir.
     Kemal Tahir İngilizlerin, Kurtuluş Savaşı sonuna doğru, Kuzeyde Sovyetlere karşı bir blok ve güç dengesi olması için Türkiye ile anlaştığını, Türk yönetiminin varlığına
izin verdiğini de iddia etmektedir.
     Sosyalist Kemal Tahir, bu fikirleri ileri attığı o tarihlerde yükselen TİP hareketine ise sıcak bakmamış, ciddiye almamıştır. TİP hareketi lideri Mehmet Ali Aybar’la olan
fikir ayrılıkları bu konuda önemli bir etken olabilir. Gene “68 kuşağı” diye nitelendirilen gençlik hareketlerini de eleştirmiş, hele hele düzenli ordular ve devlet karşısında
eşkıya’nın yada gerilla tarzı örgütlerin tutunamayacağına taa 1957 yılında yayımladığı, Yaşar Kemal’in eşkıyayı kahramanlaştıran “İnce Memed” romanına karşılık gelen, “Rahmet yolları kesti” adlı romanıyla da dikkat çekmiştir. Tarih, çok değil on beş sene sonra Kemal Tahir’i haklı çıkarmıştır.
     Cumhuriyet rejimi ile Osmanlı tarihine ve mirasına sırt dönen yazar, hayatının ikinci döneminde Osmanlı tarihine ve mirasına sahip çıkmıştı. Osmanlı toplum düzenini batı toplum düzeninden, yani Feodalizmden daha adil ve insancıl buluyordu.
     1967 yılında “Devlet Ana” yayımlanınca Kemal Tahir’in yıllardır araştırdığı, üzerinde durduğu, birikimde bulunduğu konu meyvesini vermiş ve ortaya tarihi arka planda
toplumu analiz eden bir romanı çıkmıştı. Solcu çevreler bunu hazmedemedi, Osmanlı devletinin kuruluş yıllarını ve temellerini ele alan kitaba ve yazarına karşı tam anlamıyla bir linç kampanyası başlatıldı. Kemal Tahir Osmanlı toplum düzeninin sınıfsız olduğunu iddia etmekle Marksizm’den aforoz edilmişti bile. Daha da ileri gidenler onu “devleti yücelttiği” gerekçesi ile milliyetçilik ve hatta faşizanlık yapmakla suçladı.
Kemal Tahir’in kitapları, yayımlanış sıralamasına göre şöyledir:
Göl insanları (1955)
Sağırdere (1955)
Esir şehrin insanları (1956)
Körduman (1957)
Rahmet yolları kesti (1957)
Yediçınar yaylası (1958)
Köyün kamburu (1959)
Esir şehrin mahpusu (1962)
Kelleci memet (1962)
Yorgun savaşçı (1965)
Bozkırdaki çekirdek (1967)
Devlet ana (1967)
Kurt kanunu (1969)
Büyük mal (1970)
Yol ayrımı (1971)
Namuscular (1974)
Karılar koğuşu (1974)
Hür şehrin insanları (1974)
Damağası (1977)