Sultanahmet Ceza ve Tevkif Evi, 23 Mart 1966

     “Sevgili Fikret,

     Revirdeki odamızın karyolasında sana yazıyorum bu satırları. Transistorlu radyoda Muzaffer Akgün. Malum türkülerinden birini döktürüyor: Gül koydum gül tasına. Yön’deki yazını pek sevdim. Daha doğrusu sana yazdığım mektuplarımdan özetlediğin kendi yazılarım…. Tuhaf, unutmuşum onları. Hani günün birinde kitap halinde çıkmasını merakla bekleyeceğim. Yer yer, kendi halim içime dokundu, taştım ama, asla kırgın, karamsar değilim. Orhan Kemal’in başına gelir böyle şeyler.

     Günler çok monoton olmakla beraber geçiyor be. Bana sorarsan suçum yok, ama, başkaları herhalde bu kanıda değiller ki, tutukluyum. Ne roman, ne hikaye, hatta ne de piyes… Düşünmüyorum bile. Malum, sanat çalışmaları için, şuuraltının ıvır zıvırla dolu olmaması lazım. Bir de dışardayken başlanmış roman, hikaye, tiyatro piyeslerinin, üzerlerinde hayli çalışılmış taslakları lazım. Evden getirtmek, buraya sokmak hayli güç. Fakat bol bol uyuyorum. İçkiyi falan aradığım da yok. Ne çeşitli uyku ilaçları, ne de De Carbon, Vitona B., Combizime, Becosime, şu bu… Bunlarsız daha iyiyim. Haaa. Cezaevini hiç yadırgamadım. Sanki 1943’ün 26 Eylülü’nde Bursa Cezaevi’nden tahliye olunmadım da, ceza hiç aralıksız sürüp gidiyor…”