1918-1919
Uzakta ağır azap çeken kardeşim
Kuruyup lale gibi çöken kardeşim
Amansız zalim düşmanlar ortasında
Göl gibi gözyaşı döken kardeşim
Önünü ağır kaygı örmüş kardeşim
Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim
Hor bakan, yüreği taş, yavuz düşman
Diri diri derisini soymuş kardeşim
Ya Pirim ayy! Değil miydi Altın Altay
Anamız bizim? Bizler birer tay
Bağrında yürümedik mi serazat
Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay?
Alalı altın aşık atışmadık mı?
Tepişip bir döşekte yatışmadık mı?
Altay gibi bir ananın ak sütünden
Beraber emip, beraber tadışmadık mı?
Akmadı mı bizim için dupduru bulak
Şarıldayıp, gürül-gürül dağdan inerek
Hazırdı uçan kuş, kopan yel gibi
Dilesek bir bir atlar, tıpkı Burak
Altay’ın altın günü nazlanarak
Gelende pars gibi bir er olarak
Akdeniz, Karadeniz ötelerine
Kardeşim, gittin beni bırakarak
Ben kaldım yavru balaban, kanat açamam
Uçmaya davransam bir türlü uçamam
Yön bulduran, yol gösteren can kalmadı
Yavuz düşman koyar mı şimdi beni vurmadan
Kurşunlar genç yüreğime saplandı
Günahsız temiz kanım su gibi aktı
Kansız kalıp, halden düşüp bayıldım
Karanlık zindanlara sımsıkı kapattı
Görmüyorum gece gezdiğimiz ovayı
Gündüz güneşi, gece gümüş nurlu ayı
Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp
Bizi büyüten altın anam Altay’ı
Ey Pirim! Ayrıldık mı ulu bütünden?
Dağılıp yılmayan yağan oklardan
Türk’ün pars gibi yüreği varken
Korkak kul mu olduk düşmandan sinen
Özgürlüğe kanat çırpan Türk canı
Gerçekten hasta mı, bitti mi hali?
Söndü mü yürekteki ateş, kurudu mu
Kaynayan damardaki atalar kanı
Kardeşim sen o yanda, ben bu yanda
Kaygıdan kan yutarız, bizim ada
Layık mı kul olup durmak? Gel gidelim
Altay’a, ata mirası altın tahta
MAĞCAN CUMABAY
Kazakça