Haşim’in hayatı ve ruhî varlığı ile şiirleri arasında bir ilişki vardır.  O da Yunus, Mevlânâ, Fuzulî, Goethe veya Victor Hugo gibi, içinde yaşadığı âlemden çıkmamış, bizi kendi iç dünyasına götürmüştür. San’at gücünü, kendi ruhsal yaşantısıyla birleştirerek şiirlerini, zekâ ve duyguları arasında, bu açıdan ilgi kurarak yazdı. Bu yüzden o, toplumsal meselelerden uzak kaldı. Kendini ele veren şiirler ortaya koydu. O, çoğu zaman bakışlarını günlük hayata, toplumsal kavgaya çevirenlerin aksine, yeryüzünde daima çiçeklerin açtığını, bülbüllerin öttüğünü, her zaman gökte yıldızların parladığını görerek, bu dünyanın şiirini yazdı.

     Haşim’in şiirlerinde söz ve sükût[1] birleşir. San’atı, nağmesini bulmuş olan bir fikirdir. Vaazda bulunmaz ve bir şeyi hikâye veya ispat etmez. Kendi iradesi, kendi zihni yaratıcılığı ile kurduğu özge bir dünyayı, kendi nizamıyla dile getirmeye çalıştı. Çocukluk ve gençlik devresinin daha çok acıklı ve elemli olan hatıralarını şiirlerine başarılı bir şekilde aktardı. Daima kendi içine çekildi ve bir melâl[2] şairi olarak yaşadı. Zaman zaman kötümser, isyankâr ve sert bir mizacın içine gömüldü. Bütün hayatı boyunca başı ile gönlü arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir kavganın trajik bir sahnede hem uygulayıcısı, hem seyircisi oldu. Sonunda gerçekten kaçarak, hayâl dünyasını kurdu.

     Haşim’in sanat hayatını üç devrede incelemek yerinde olacaktır.

1. DEVRE (1900-1909):1896 yılında“Mekteb-i Sultani”ye (Galatasaray Lisesi) yazılan Haşim, ilk yıllarında kendi halinde yaşayan, çekingen bir kişilik geliştirmiştir. Matematiğe ilgi duyuyordu. Fakat okul arkadaşlarından İzzet Melih, Emin Bülend ve A. Şinasi Hisar ile sıkı teması, aynı okulda edebiyat öğretmeni olan Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun tesiriyle edebiyata karşı ilgi duymaya başladı. İlk şiiri olarak bildiğimiz “Hayâl-i Aşkım”[3] şiirini yazdı. 25 yaşına kadar bu devrenin takipçisi olan Haşim; Şeyh Galip, Abdülhak Hamid, Tevfik Fikret ve Cenap Şehabeddin’ín tesiri altındadır.

     Bu devrede Haşim’in dili ağırdır. Şair, hayâl âlemindedir, realiteden kaçmak ve gördüğü her şeyden kendine bir hüzün payı çıkarmak eğilimindedir. Gençlik şiirlerini bu devrede ortaya koyan Haşim, tam anlamıyla romantiktir. Bir kısım şiirleri mesnevi tarzında yazılmıştır, diğerleri dörtlükler ve üçlükler halindedir. Servetifünun etkisinde olan şair, onlar gibi “ah oh, ey” ünlemleriyle “evet” gibi edatlara şiirlerinde bolca yer verir.

2. DEVRE (1909-1921):Haşim bu devrede Fransız şiirinin tesiri altındadır.Mallermé, Henri de Réigner, Baudelaire, Paul Verlaine, Arthur Rimbaud; Haşim’in okuduğu ve sevdiği şairlerdir. Bu devrede şair yavaş yavaş kendi havasını bulmaya çalışmaktadır. “Göl Saatleri” adlı eseri bu devrenin ürünüdür.

     Göl Saatleri’ndeki (1921) şiirlerinde az da olsa sembolizmin ve daha çok parnasizm[4]in izleri görülür. Dil, gençlik şiirlerine oranla daha sadedir. Daha çok rengin hakim olduğu şiirlerinde Haşim, bir ressam ruhu taşımaktadır. Dış tabiata ait görüşlerini hayâl havuzunda yansıtmaya çalışırken, bazen doğrudan doğruya empresyonist[5] tablolar ortaya koyar. Bu devreye giren şiirlerinde vuzuhsuzluk, ipham ve tecrit vardır. Realitenin dışına çıkma arzusu ile hayâl aleminde yaşama temayülü başlıca temalarından biri olmuştur. Artık Haşim, aradığı yeri bulmuş ve istediği havaya kavuşmuştur.

3. DEVRE: Bu devre şairin olgunluk çağıdır. Piyâle (1926) bu devrenin, şairin olgunluk çağının ürünüdür. Piyâle’deki şiirlerde Haşim, dış tabiattan çok, kendi iç dünyasına yönelmiştir. Renk tonu artmıştır. Öz şiir telâkki[6]sine gönül vermiştir. Bu şiirlerine bakarak Haşim’e “renk ve akşam şairi” diyebiliriz. Piyâle’de şairin, ikinci devresinde yazdığını sandığımız “Şi’r-i Kamer”[7]leri de vardır.

     Haşim, Türkçülük akımı ile başlayan sade dil taraftarlığına karşıdır. Buna rağmen bu devrede dilinin sadeleştiğini görmekteyiz. “Şi’r-i Kamer”lerde dili ağır olmasına rağmen, dörtlükler halinde yazdığı ve sonradan bir kitap halinde yayınlamayı düşündüğü şiirlerinin dili oldukça sadedir ve Haşim, gerçek yörüngesine bu şiirleri ile oturmuş, saf şiiri yakalamıştır.

 

SÜVARİ

 Şu bakır zirvelerin ardından

Bir süvâri geliyor kan rengi.

Başlıyor şimdi melül akşamda

Son ışıklarla bulutlar cengi…

 

Bir bakır tasta alev şimdi havuz

Suya saplandı kızıl mızraklar.

Açılıp kıvranarak göklerde

Uçuyor parçalanan bayraklar.

                                     Ahmet Haşim

 

     Şiirlerine göre, hayat hadiseleri ne olursa olsun, Haşim için önemli olan, bunların hayâl sularında yansımasıdır. Arûzu tam olarak kullanamamış, kafiye endişeleri çekmemiştir. Bu sebeple kendi ruhuna uygun düşen, serbest müstezad nâzım şeklini çok bol kullanmıştır.

     Sonuç olarak diyebiliriz ki Haşim; Yahya Kemal gibi bir şiir mimarı değil fakat bir duygu ve ruh mimarıdır.

 

Oyhan Hasan BILDIRKİ

[1]  Sessizlik.

[2]  Sıkıntı, yorgunluk.

[3]  Bazı kaynaklarda bu isim “Leyâl-i Aşkım” diye de geçer.

[4]  Gerçekçilik.

[5]  İzlenimcilik.

[6] Düşünce, ide.

[7]  Ay şiirleri.