Türkçe, tarihi çok eski zamanlara dayanan bir dildir. Yüzyıllar boyunca birtakım dillerle mücadele içinde olmuştur. Eski Türkçe döneminde Çincenin, Selçuklu döneminde Farsçanın, Osmanlı devrinde Arapça ve Farsçanın, Tanzimat'tan günümüze ise Fransızca ve İngilizcenin etkisi altında kalan Türk dili, değişik dillerden pek çok kelime almıştır. Aldığı bu kelimeleri kendi potasında eritmiş ve onlara kendi rengini vermiştir. Bu sebeple farklı dillerden alınan kelimeler artık Türkçenin öz malı olmuştur.
Türkçenin yüzyıllar boyunca geçirdiği badireler göz önüne alındığında, özellikle 1930-1940 ve 1960-1980 yılları arasında maruz kaldığı bozulma belki de hiçbir dönemde yaşanmamıştır. Hemen her dilde sadeleşme kaçınılmazdır. Fakat bu sadeleşme, tasfiyeciliğe gitmemelidir. Özellikle 1930-1940 arasında tasfiyeciler: Sadece Türkçeye yerleşememiş olanları değil, bütün yabancı asıllı kelimelerin atılmasını, dilden bütün terkiplerin çıkarılmasını, yabancı gramer kanunlarının terk edilmesini, Türkçeden atılacak yabancı kökenli kelimelerin yerine mevcut Türkçe karşılıklarından istifade edilmesini, bu karşılıklar yeterli değilse, derleme, tarama ve kelime yapma yollarıyla başka kelimeler uydurmaya gidilmesini savunmuşlardır.
Dil, yıllar içinde yavaş yavaş gelişen, canlı bir varlıktır. Yüzyıllar boyunca elbette dilde bazı değişiklikler meydana gelecektir. birtakım kelimeler kullanıştan düşerken, dile yeni kelimeler de ilave edilecektir. Bütün dillerde olduğu gibi Türkçede de kelimelerin dile girişinde birtakım kıstaslar söz konusudur. İlk olarak, yeni kelimenin Türkçeye girebilmesi için ihtiyaç olmalıdır. Daha sonra Türk dilinin yapı hususiyetleri göz önünde bulundurulmalıdır. Burada Türk dilinin sondan eklemeli bir dil olduğu unutulmamalı, kelime işlek bir kökten seçilmeli veya işlek bir kelime köküne işlek bir ek getirilme yoluna gidilmelidir. Ayrıca dilin musikisine önem verilmeli, yeni yapılacak kelimenin kulağı tırmalayıcı olmamasına dikkat edilmelidir. Yeni vaz'edilen kelimenin bir müddet sonra halk arasında yaygınlaşması da önemlidir.
Yukarıda anlattığımız hususlar muvacehesinde makalemizde "öykü" kelimesini değerlendirmeye çalışacağız. Bu kelime özellikle son yıllarda "hikâye" kelimesinin yerine ikâme edilmeye çalışılmaktadır. Bu konuda başarılı da olunmuştur diyebiliriz. Bu yazımızda "hikâye" gibi telaffuzu hoş, dilimize çok eskiden yerleşmiş bir kelimenin yerine kullanılan ve Türk dili açısından hem yapım, hem de dil musikisine uymaması yönüyle problemli olan "öykü" kelimesi üzerinde durulacaktır.
Hikâye ve Hikâye Türü
Yerine "öykü" kelimesi ikâme ettirilmeye çalışılan "hikâye"; lügatte "Anlatmak, ifade etmek, aktarmak, tekrarlamak; benzemek, taklit etmek"1 anlamlarına gelen Arapça kökenli bir kelimedir. Edebî tür olarak hikâye ise, hayatta meydana gelen hadiseleri veya gerçekleşmemiş vakaların ilgi çekici bir üslupla okuyucuda merak uyandıracak tarzda kaleme alındığı yazıdır2. Hikâye insanlarda hadiseleri anlatma ve dinleme ihtiyacından doğmuş edebî bir türdür3. Hikâyeci, hikâyelerinde "ben"den çok, başkalarından bahseder. İnsanlar arasındaki anlaşmazlıklar, çatışmalar hikâyelerde önemli bir yer tutar. İnsanların içinde yaşadıkları mekânı, zamanı, toplumu ve onların duygu ve düşüncelerini ortaya koymak hikâyelerin gayelerindendir4.
Dünya edebiyatının klasik devirlerinde müstakil bir özellik kazanan hikâye; geleneklerin, hislerin, karakterlerin çoğu zaman macera şeklinde anlatılmasıdır. Modern mânâda hikâye türü 18. yüzyılda ortaya çıkar. 19. yüzyılda romandan ayrı tutularak "küçük hikâye" denilen bir tür meydana gelir. Günümüzde "hikâye" dendiği zaman "küçük hikâye" anlaşılmaktadır5. Türk edebiyatında hikâye türü aslında halk hikâyeleri ile başlamıştır. Dede Korkut hikâyeleri en eski hikâyeler olarak kabul edilmektedir6. Eski dönemlerde mesnevî tarzında yazılan eserleri, roman veya hikâye olarak ele alabiliriz. Bunlardan daha küçük olanlarını modern hikâyeler kategorisine koyabiliriz. Süheyl ü Nevbahâr, Ferhâd ü Şîrîn, Leylâ vü Mecnûn, Yûsuf u Züleyha gibi mesnevîler klasik hikâyeler olarak kabul edilse de7 bunlar daha çok roman türüne daha yakın eserlerdir.
Türk edebiyatında modern hikâye tarzında meydana getirilen hikâyeler esas olarak 19. yüzyılın son çeyreğinde kaleme alınmıştır. Gerçi Giritli Ali Aziz Efendi'nin Muhayyelât-ı Aziz Efendi ismiyle marûf eseri modern hikâye türüne misal sayılabilecek bir eserdir. Bu kitap, klasik hikâyeden modern hikâyeye geçiş özellikleri taşımaktadır. Tanzimat devri edebiyatçılarının pek çoğunun bildiği bir eserdir. 1852-1873 yılları arasında dört defa basılmıştır.8 Ahmet Mithat Efendi'nin 1870'ten itibaren yayımladığı pek çok hikâye, Batılı tarzda modern hikâyelerdendir. Nabizâde Nâzım'ın, Mehmet Celâl'in ve Recaizâde Ekrem'in birtakım eserleri de modern anlamda "hikâye" türünün Türk edebiyatında ilk eserlerdendir.9
"Hikâye" kelimesinin karşılığı olarak Öztürkçecilik adıyla Türkçeden bütün yabancı kökenli kelimeleri –özellikle Arapça, Farsça asıllı- atmak maksadıyla uydurulan "öykü" kelimesi 1930'lardan sonra dilimize girmiş ve yerleşmiştir. Günümüzde edebî mahfillerde hikâyeden çok, "öykü" kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelime "hikâye" kelimesini tam olarak karşılayabilmekte midir, Türkçe kelime yapma kurallarına uygun mudur, Türkçenin ses musikisine aykırı mıdır? Bu sorulara verilecek cevaplar dilimize yerleşmeye başlayan bir kelimenin kültürümüzü nasıl etkilediğini bize göstermesi bakımından önemlidir.
"Öykü" Kelimesi ile Alâkalı Etimoloji Denemeleri
Türkçenin en eski dönemlerinden günümüze kadar "öykü" şeklinde veya eski dönemlerde "d"li "-ödkü» veya "t"li "-ötkü" şekliyle herhangi bir kelimeye rastlanmamıştır. Bu kelime 1930'lu yıllarda Arapça kökenli kelime kullanmama gayesiyle uydurulmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Aşağıda bu kelimenin kökeni hakkında bazı görüşler yer almaktadır:
1- Eski Türkçede10 öd "zaman, vakit, devir, mevsim, an" kelimesi11 bulunmaktadır. Türkçenin önemli ses değişikliklerinden birisi d > z > y değişikliğidir. Yani Eski Türkçede "d"li kullanılan bir kelime Orta Türkçede12 "peltek z"li, Batı Türkçesinde13 ise "y"li olarak geçmektedir. Bu kelime Orta Türkçede öz Batı Türkçesinde ise öy şeklinde yer almaktadır. Günümüzde Türkiye Türkçesinde kullanılan öğle, öğün kelimesi bu kelimeden gelmektedir. öykü kelimesinin, günümüzde ek almış şekilde kullanılan öğ (öy) kelimesinden "-kü" ekiyle yapılmış bir kelime olduğunu düşündüğümüzde, burada bir yanlışlık olduğunu görüyoruz. Çünkü bu ek, fiilden isim yapma eki olarak kullanılır. Burada ise isimden isim yapma eki olarak kullanılmıştır ki, böyle bir isimden isim yapma eki Türkiye Türkçesinde yoktur.
2- "d" sesi ile "t" sesi birbirine yakın seslerdir. Tarihî devreler boyunca bu iki ses birbirlerinin yerlerine kullanılabilmektedir. Bu sebeple "öt-" "geçmek, nüfuz etmek, delmek" anlamında Eski Türkçe ve Orta Türkçede bir fiil vardır. Bu fiilden "-kü" fiilden isim yapma eki ile belki ötkü şeklinde 'etki, bir kişinin üzerinde tesir bırakma' anlamında eski dönemlerde yapılan bir fiilden yukarıda bahsettiğimiz d > z > y gelişmesiyle öykü gibi bir kelime meydana getirebilir, şeklinde düşünülebilir. Fakat ötkü olarak eski dönemlerde bile bir kelimeye rastlanmaması varsayılan bu kelimenin kullanım alanı bulmadığının bir delilidir.
3- Orta Türkçenin Karahanlı sahasının bir eseri olan Kutadgu Bilig'de öt "öğüt, nasihat"14 şeklinde geçen kelime günümüzdeki "hikâye" kelimesinin anlamına yakın olmakla beraber eserde ötkü şeklinde bir kelimeye rastlanmaması böyle bir kelimenin 1000'li yıllarda bile kullanılmadığını bize göstermektedir.
4- Bugün Anadolu ağızlarında "öygün-" "içine dert olmak, üzülmek, sıkılmak" ve "öykün-" "Anlatmak, söylemek; yarışmak; birinin yaptıklarını ve söylediklerini tekrarlayarak alay etmek"15 şeklinde kullanılan kelimeler bulunmaktadır. Öykün- kelimesi, ötgün- "Taklit etmek, taklit etmekte yarışmak, benzemeye çalışmak" şeklinde Kutadgu Bilig16 ve Dîvânu Lugâti't-Türk'te17 yer almaktadır. Kelime öykün- "Taklit etmek, taklide çalışmak, özenmek" şekliyle 13-15. yüzyıllardaki Türkçe metinlerin yer aldığı Eski Anadolu Türkçesi döneminde pek çok eserde geçmektedir.18 Günümüzde muhtemelen Eski Anadolu Türkçesindeki gibi öykün- olarak "Taklit etme, birisinin yerine geçme" anlamlarında kullanılmaktadır. Yani bu kelime eski dönemlerde kullanılan bir kelime iken günümüzde tekrar diriltilmiş ve kullanılır hâle gelmiştir. Kelime; hikâye kelimesinin Arapçadaki anlamlarından birisine (–taklit etmek, özenmek) uymaktadır. Ancak sadece öykün- kelimesi, bu mânâda kullanılmaktadır. Öykü kelimesi ise kullanılmamaktadır.
5- Günümüzde kullanım alanı bulmuş olan öykü kelimesine Dîvânu Lugâti't-Türk'te "ötük, ötükünç ve ötkünç" "hikâye" şekliyle 19 rastlıyoruz. Yani yaklaşık 11. yüzyılın sonlarında yazılmış bir kitapta dahi ötkü veya ödkü şeklinde bir kelime bulunmamaktadır.
6- 19. yüzyılın sonlarında yazılmış olan iki sözlükte öygü "büyük baykuş" ve "erkek baykuş"20 şeklinde öykü kelimesine benzeyen bir kelimeye tesadüf edilmiştir. Bu kelimenin günümüzde kullanılan "öykü" ile anlam olarak hiçbir
alâkası yoktur.
"Öykü", "Hikâye"nin Yerine Kullanılabilir mi?
Faruk Kadri Timurtaş öykü kelimesini yanlış ve uydurma kelimelerin arasında değerlendirmektedir.21 Özellikle 1930'lu yıllardan sonra birçok kelime uydurulduğundan bahsetmiştik. Bunların arasında asıcıl "menfaat-perest, çıkarcı", biçem "üslup", budunbuyruk "demokrasi", derey "vadi", diyem "meâl, anlam", duruksun "mütereddit, tereddütlü", geçeken "muvakkat, geçici", ıra "seciye, karakter", ikircim "tereddüt", inanca "teminat", kayra "lutuf, ihsan, bağış", kıya "cinayet", önel "vade", özdek "madde", sözül «şifahî», utku "zafer, yenme", uzluk "ehliyet, ustalık", yadsıl "menfî", yokunsamak "inkâr etmek", yinelem "tekrarlama", tansık "mucize, harika" kelimelerini22 sayabiliriz. Uydurma kelimeler farklı açılardan uydurma olarak kabul edilirler. Bunlardan bazıları bilinmeyen köklere birtakım ekler ilave edilerek, bazıları ise işlek olmayan eklerden türetilerek üretilmiştir. Bazıları da kelime yapma kurallarına uymakla beraber, Türkçenin eski dönemlerinde kullanılan ve günümüzde de diriltilmeye çalışılan kelimelerinden meydana gelmektedir. Yeniden ortaya çıkan bazı kelimeler ise kurallara uymakla beraber Türkçenin musikisine aykırı olan kelimelerdir. Geçmişten günümüze uydurulan ödev, görev, evren, özet, özgü, özel, uzay, uygar, yansız, yönerge, zorunlu, toplumsal, kuşak, kalıtım, birey, bilinç, boyut, gereksinim, irdelemek, kanıt, kanı, kişisel vb. kelimeler, Türkçe kelime yapma kıstaslarına uymamalarına rağmen artık bugün bilinen ve herkesin anladığı kelimeler hâline gelmiştir. Bunların bir kısmında olmasına rağmen pek çoğunda dil musikisi maalesef yoktur. Sorun, olanak, olasılık, koşul, yanıt, anımsamak gibi kelimeler de dilimize yerleşmesine rağmen, problem, imkân, ihtimal, şart, cevap, hatırlamak gibi kelimelerdeki tatlı telaffuz şeklini hiçbir zaman aksettiremezler. Bu tür halaveti olmayan kelimeler günümüzde maalesef yaygınlaşmaktadır. Genç nesiller uydurma olarak kullanılan kelimelerle Türkçenin hoş telaffuzuna vâkıf olamamaktadırlar. Makalemize temel teşkil eden öykü kelimesi de bu tür kelimelerdendir. Bu kelime, hikâyenin bizde uyandırdığı tedaiyi uyandırmamaktadır. Nurullah Ataç, 1940'lı yıllardan sonra "öykü" kelimesini devamlı kullanmış ve bu kelimenin dilimize yerleşmesinde önemli rol oynamıştır.
Son yıllarda "hikâye" kelimesinin yerine konulmaya çalışılan "öykü" kelimesinin etimolojisi yapıldığında Türkçenin tarihî devirlerinde böyle bir kelimeye rastlanmamıştır. Yani "öykü" nesebi belli olmayan kelimelerdendir. Kelime; hem kök, hem kendisine ilâve edilen ekin yanlışlığı, hem de Türkçenin musikisine uymaması bakımından hatalı, uydurma bir kelimedir. Sırf, dilimizden Türkçede kullanılan, herkesin anladığı, Türk dilinin kendine has telaffuz şekline uyan Arapça, Farsça kelimeleri atmak maksadıyla ses ve şekil yapısına uymayan yeni kelimeler ihdas edip nesillerin geçmişle bağlantısını koparmaya çalışmak ne derece vicdanidir? Bunu düşünmek gerekir. 1930'lardan sonra başlayan bir uydurma kelime furyasından menfî anlamda nasiplenen Türk diline pek çok kelime girmiştir. Bunlardan komut, konut, araç, amaç, toplum, kuram, bağlaç, algı, aday, andaç, gizem, zorunlu, kanıt, öğe, öneri, örgüt, görev, ödev, özerklik, özgü, somut, soyut, boyut vb. kelimeler Türkçenin kurallarına uymamalarına rağmen toplumda kabullenilmiş ve herkesin kullanıp anladığı kelimeler hâline gelmiştir. Fakat, ansımak "hatırlamak", bağı "sihir, büyü", bakaç "dürbün", bozut "fesat, kötülük", çevren "ufuk", dayanga "siper", içlek "manevî", kılgı "ameliyat, pratik, tatbikat", orun "makam, mevki", özdek "madde", yansı "slayt", tin "ruh", tutu "rehin, ipotek" vb. pek çok kelime halk arasında kabul görmemiştir. Bunlar ancak birtakım entelektüel eserlerde, küçük bir grup tarafından özellikle yazı dilinde kullanılmaktadır.
"Hikâye" kelimesinin mânâ derinliği "öykü" kelimesinde yoktur. "Öykü" kelimesini, belki Fransızcada novella ve conte kelimelerinin karşılığı olarak "küçük hikâye" anlamında kullanıp "hikâye"yi daha geniş anlamda kullananlar da olabilir. Türk dilinin standart dili İstanbul Türkçesine dayanmaktadır. Tarihî Türk lehçelerinden veya günümüzdeki ağızlardan çok sayıda kelime alıp bunları standart Türkçede kullanmak; 15. yüzyıldan itibaren imparatorluk dili hâline gelen ve 20. yüzyılın başlarında sadeleşip mükemmellik arz eden Türk dilinin o muhteşem telaffuz şeklini bozmakta ve nesiller arasında anlaşmazlıklara sebebiyet vermektedir. Ağızlardan ve tarihî devirlerden halkın kabul edebileceği bazı kelimeler alınabilir. Fakat bunlar sınırlı sayıda olmalıdır.
Hülâsa; makalemizde "öykü" kelimesinin "hikâye" kelimesini ortadan kaldırıp, yerine getirme gayesiyle dilimize yerleştirildiğini, Türkçenin tarihî devrelerinde böyle bir kelimeye rastlanmadığını, özellikle kendi kültür köklerine sahip çıkan insanların bu tür kelimeleri kullanmaktan kaçınmaları gerektiğini ilmî delillerle ortaya koymaya çalıştık. Bununla beraber "öykü" kelimesinin günümüzde yaygın olarak kullanılmasından hareketle, galat-ı meşhûr olduğunu söyleyebiliriz. "Öykü" kelimesini kullananları ayıplamamakla birlikte, "öykü"nün, "hikâye"yi unutturmaya sebep olmaması gerektiğini ifade etmekte de fayda var.
* Prof. Dr. Mehmet GÜMÜŞKILIÇ, Fatih Üniversitesi
Dipnotlar
1-Hüseyin Yazıcı, "Hikâye", TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 17, İstanbul 1998, s. 479.
2-Seyit Kemal Karaalioğlu, Sözlü/Yazılı Kompozisyon Konuşmak ve Yazmak Sanatı, İnkılâp Yayınevi, 27. Basım, İstanbul 2000.
3-Enver Naci Gökşen, Kompozisyon İlkeleri ve Antolojisi, May Yayınları, İstanbul 1970, s. 249.
4-Mehmet Kaplan, Hikâye Tahlilleri, Dergâh Yayınları, Altıncı Baskı, İstanbul 1997, s. 9.
5-Hüseyin Yazıcı, a.g.e. s. 480.
6-Fikret Türkmen, "Hikâye (Türk Edebiyatı, a) Halk Edebiyatı)", TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 17, İstanbul 1998, s. 488.
7-Hasan Kavruk, İskender Pala "Hikâye ( Türk Edebiyatı, b) Dîvan Edebiyatı)", TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 17, İstanbul 1998, s.489-490.
8-Âlim Kahraman, "Hikâye (Türk Edebiyatı, c) Yeni Türk Edebiyatı)", TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 17, İstanbul 1998, s. 494.
9-Âlim Kahraman, a.g.e., s. 494.
10-Eski Türkçe ile Göktürk Türkçesi ve Uygur Türkçesi kastedilmektedir.
11-A. Von Gabain, Eski Türkçenin Grameri, (Çev.: Mehmet Akalın), Türk Dil Kurumu Yayınları, no: 532, Ankara 1988, s. 289.
12-Orta Türkçe; Karahanlı Türkçesi, Harezm Türkçesi ve Kıpçak Türkçesi sahalarından oluşmaktadır.
13-Batı Türkçesi; Eski Anadolu Türkçesi, Osmanlı Türkçesi ve Türkiye Türkçesini içine alan bir devirdir. Hatta Azerî Türkçesi ve Türkmen Türkçesi de Batı Türkçesinin doğu kolunu oluşturan lehçeler olarak kabul edilirler.
14-Reşit Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig Yusuf Has Hacib, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2005, s. 1217-1218.
15-Türk Dil Kurumu, Derleme Sözlüğü, Cilt: IX, Ankara Üniversitesi Yayınevi, Türk Dil Kurumu Yayınları Sayı: 211/9, 2. Basım, Ankara 1993, s. 3327, 3365.
16-Reşit Rahmeti Arat, a.g.e. s.1218.
17-Besim Atalay, Kaşgarlı Mahmud Dîvânu Lugâti't-Türk Dizini, Cilt: IV, Türk Dil Kurumu Yayınları 4. Baskı Ankara 1999, s. 468.
18-Türk Dil Kurumu, Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları 212/5, Cilt: V, Ankara 1971, s. 3146.
19-Besim Atalay, a.g.e., 469.
20-Bu sözlükler şunlardır: Sir James W. Redhouse, A Türkish and English Lexicon, İstanbul 1890 (Yeniden Basan: Çağrı Yayınları, İstanbul 1993) s. 274; R. Youssouf, Dictionnaire Turc-Français, İstanbul 1888, s. 271.
21-Faruk Kadri Timurtaş, Uydurma Olan ve Olmayan Yeni Kelimeler Sözlüğü, Umur Yayıncılık, İstanbul 1979, s. 121.
22-Faruk Kadri Timurtaş, Makaleler (Dil ve Edebiyat İncelemeleri) (Hazırlayan: Mustafa Özkan), Türk Dil Kurumu Yayınları, no: 693, Ankara 1997, s. 341-342.
Yağmur Dergisi, Mart 2014
Mehmet GÜMÜŞKILIÇ* - "Öykü" Kelimesi Üzerine
- Ayrıntılar
- Kategori: Makaleler
- Gösterim: 3676