Bir kez kalp krizini yenen yazarın moralini yüksek tutmaya çalışıyorlardı ama o yengeç burcunun tam ortasında kanserden vefat etti.

O sırada hastanede onun yanında hemşireden başka kimse yoktu. Hemşire nasıl olduysa yazarı tanıyordu. Hikayelerini okumuştu. Bu sebeple başka hastalardan daha çok onun yanında bulunurdu. Ağzından bir söz çıkar mı diye kendini parçalıyordu.

—Karınız geldi, içeri girsin mi?

Ona sorduğu son soru bu oldu.

Yazar, başını salladı ama kapıdan gözlerini ayırmadı.

Çocukları geldiğinde o çoktan ebedi âleme göçmüştü.  Ailesi çok üzüldü. Babası yalnız yazar değil babaları olduğu için de heykelini dikmek istediler. Tabut omuzlarda mezarlığa doğru yol aldı. Yazarın mermere oyulan büstü, ılık toprağın üstünde dünyanın bütün dertlerinden kurtulduğu için mutlu olmuş gibi gülümsüyordu. Huzurunda toplananlarsa gözyaşı döküyor, mezarına çiçek demetleri koyuyorlardı. Sevenleri onun mezarını her gün ziyarete geliyorlardı. Yazdığı eserleri ezberleyenler üzerinde tartışırlardı. Merhum, acıları, dertleri yazardı. Sonunda onu da acılar, dertler götürmüştü.

Bir gün mezarının üstünde çok sayıda mektup görüldü. O mektupları getiren kimse mezara bırakırken “size yazdığım ama gönderemediğim mektuplarım” dedi ve derin derin iç çekti.

Ölenle ölünmüyordu. Günler geçtikçe bu acı haberi insanlar unutmuştu. Aylar geçmiş, hayranları başka kitaplar okumaya başlamışlardı. Yıl geçtiğinde ailesi de kendi telaşlarında normal hayatlarını yaşıyordu. Yalnız o, her gün yazarın kabrini ziyaret etmekten, onun için dua etmekten geri kalmadı. Elinden yazarın kitaplarını düşmezdi. Yazdığı eserleri ezberlemişti. Yazarın ruhu da bunu hissetmiş olmalıydı ki onun düşlerine girerdi.

Yazarın, altmışıncı yaş gününde anma programı kültür merkezinin muhteşem salonunda icra edildi. Yazar buraya çok gelmişti: Önce meraklı bir genç olarak sanat hakkında seminerlere  katılmıştı. Sonra sıkı bir kitap okuyucusu olarak… Daha sonra gelecek vaat eden bir yazar… Yıllar geçmiş, kürsüde sanat hakkındaki fikirlerini anlatmıştı. İlk kitabının tanıtım toplantısı burada olmuştu. lakin o tanınmış biri olmaya, alkışlara, övülmeye hevesli olmayan biri olmuştu. Edebi çevrelerden uzakta, huzur içinde, sakin bir yerlerde yazmaya başladı. Yalnızken yazdığı eserler insanların çok ilgisini çekti. Yazara uzaktan, yakından mektuplar gelirdi. Mektuplar arasında onu yeni eserler yazmaya davet edenler çoktu ama içlerinde biri vardı ki ona çok değer veriyordu.

Bugün hayranların böyle mektuplarını getiren yazarın karısı, ona kürsüde konuşma sırası verilmesini heyecanla bekliyordu. Büyük salon ünlü yazarlar ve şairler, merhum kocasının hayranları, onu gerçekten kendilerine üstad olarak kabul eden talebeleri ile doluydu.  Çocukları da babalarını anma programına katılan sanatçıların ve sanatseverlerin gösterdiği ilgiden memnun olmuşlar, ön sırada gururla oturuyorlardı.

Yazarın karısına söz verildiğinde:

—Merhum eşim, hayatını edebiyat yolunda bağışlamıştı, dedi.

Gazetelere, dergilere verilen mülakatlardan aklında kalan cümleleri tekrarlamaya başladı.

—Ailesiyle de çok yakından ilgilenir, bizi düşünürdü. Gecesini gündüzüne katıp yazdığı bu kadar romanlarını bugün halk severek okuyor. Evet, böyle anlarda hep onun yanındaydım. Kitaplarını ilk ben okurdum. Başarılı ve eksik yanlarını açıkça söylerdim. Şimdi de kütüphanesine hiç dokunmadım, eserlerinin el yazısıyla yazdığı müsveddeleri çalışma masasında duruyor. Bana sanki bir gün kapıyı açıp gelecekmiş gibi, bitmeyen hikayesini tamamlayacakmış gibi geliyor…

Kadın bundan sonra yazarın sevenlerinin mektuplarından satırlar okudu. Alkışlar yankılanıp gözlerinden yaşlar gelince yerine geçip oturdu. Bu ilgi, bu itibar sağlığında olsaydı diye içinden geçirdi. Öyle olsa daha iyi bir hayatları olur muydu…

Bir ara kapıya yakın koltuklardan birinde oturan hüzünlü bir kadın gözüne çarptı. Kadın da ona bakıyordu ama bakarken gözlerini gizlemeye çalışıyor, başörtüsüyle yüzünün ona görünen tarafını kapatıyordu sanki… Yazarın karısı kızardı. İçinde bir huzursuzluk hissetti, rahatsız oldu. Elindeki mektupları sıkı sıkı tutmaya başladı. İkinci kez baktığında o koltukta oturan kimse yoktu. Biraz dinlenip nefes aldı ve yine anma gecesi programını  seyretmeye devam etti. Seyrederken hayatının bir kısmı sinema filmi gibi gözlerinin önünden geçmeye başladı.

***

—Bu yazdıklarının bir kuruşluk bile faydası yok! diyen kadın müsveddelerin üstüne pat diye vurdu. Sen de el alem gibi ev yaptırsam, araba alsam, karımı başka ülkelere götürüp gezdirsem demiyorsun! Bildiğin yalnız kitap, yazdığın yalnız kitap!

O zengin kütüphanesine bakarak elini kılıç gibi uzattı:

—Bunlar ekmek, yemek olup yenir mi? Yazarlar Birliği’ne üye bile değilsin! Senden genç olanlar çoktan üyeliğe kabul edildi! Hatta yetiştirdiklerin bile bugün toplantılarda baş köşede oturmuş şiirlerini okuyor.

—Onu ben yetiştirmedim, dedi söylediklerine aldırış etmeyen duymayan yazar.

—Evimize gelmemiş miydi, kitabına takdim yazısı yazdırmamış mıydı? Orada ilk kitabı çıkmamış mıydı? Bak, şimdi birlik üyesi olup sana nal toplatıyor.

—Allah daha fazlasını nasip etsin.

—Sen de yazdıklarını götürüp göster be adam! Neden sen de Dorman’dan yazlık ev almayasın, neden sıraya girip ev sahibi olmayasın? Yazarlara verilen imkanlardan neden faydalanmayasın? Adamlar bir tane şiir yazıp pahalı arabalar satın alıyorlar. Şimdiye kadar kaç tane kitap yazdın?

Kadın, kocasının cevabını beklemeden yine bağırmaya devam etti:

—Yedi tane! Kaç tanesi yayımlandı? Sadece iki tanesi. Bunlarla ödül kazandın mı? Yok! Neymiş efendim, para pul için yazmıyormuş. O zaman bunları yazmanın ne gereği var? Çalıştığın gazete keşki doğru dürüst maaş verse.

Yazar, bu lafları dinleme yerine başını kaşıyıp kağıda yazdığı cümleleri sildikten sonra yeniden yazmaya başladı.

—Biraz sessiz ol da şunu bitireyim.

—Önce benim sorduklarıma cevap ver!

Yazar, çaresiz kalıp başını kağıtlardan kaldırdı:

—Ben ev almak için, arabaya binmek için yazmıyorum. Sen beni  nedense anlamıyorsun. Eğer o maksatla yazmış olsaydım… Hayır, bunu düşünmek bile çok zor. Kocaman ev, araba istiyorum dersen yarın Rusya’ya gideyim. Üç dört yıl amelelik yapar kazanırım o parayı. Lakin asla, bir kez daha söylüyorum, asla satırlarından yağ akan öyle eserler yazmam! Anladın mı beni?

Kocasının yavaş yavaş kızmaya başladığını hisseden kadın artık sesini çıkarmadı. Bir kez yaşadığı kalp rahatsızlığı onu korkutmuştu. Daha çocukları küçüktü. Kocası da genç, gücü kuvveti yerinde adamdı. Zamanı gelince kocaman müstakil evleri de olurdu. Elindeki havluyu silkip mutfağa girdi.

Yazar o gece uyuyamadı. Yazamadı da. Postadan haber bekliyordu. Bu haberler ona ilham verdiği için aynı zamanda onun ihtiyacıydı. Ara sıra gelen bu mektuplara cevap yazmazdı. Öyle olsa da gelen mektupların sonu olmazdı. Tam gerektiği zamanda, ihtiyaç duyduğunda posta kutusundaki yeni mektup her zamanki gibi bir umut ışığı olup parlardı.

“Aziz Yazarım!

Sizin “Canlı İnsan” adlı hikayenizi geçenlerde edebiyat dergilerinden birinde okudum. Yüreğimin yarasına ilaç oldu. Bendeki iki kitabınızda bu hikaye yoktu. Elimdeki kitaplarınız bir yana, yeni hikayeniz bir yana… Romana denk bir hikaye olmuş. Hikayenin baş kahramanında kendimi bulmuş gibi oldum. Biliyor musunuz, ben de etrafıma bakıp canlı insanlar var mı diye araştırırım. Çoğu zaman da bulamam. Hepsinin kalbi sönmüşe benziyor. Sizin canlı insan olduğunuzdan şüphem yok. Sizinle görüşüp konuşmamış olsam da en yakın dostumsunuz. Lütfen, böyle canlı hikayeler yazmaya devam edin. Size bu yolda tahammül ve şans diliyorum. Saygılarımla…

Â.”

Yazar “Canlı İnsan”ı düşündü. Çok kez reddedilmiş olsa da yakında basılmıştı. Onu yazarken bir hafta işyerine gidemediğini, evdeki çalışma odasından çıkmadığını, bunun üzerine uyarı aldığını; karısının da çocukları yanına alıp evi terk ettiğini hatırladı. Onların suçu yoktu. Ne yapsınlar? Gazeteye her hafta makaleler  yazması, çoluk çocuğa da ilgi gerekirdi. Nihayet onlar da canlı insanlardı…

Sonunda bu seferki mektuba cevap vermeye karar verdi:

“Aziz Â.

Mektuplarınızı her zaman okuyorum… Onlar benim sanatıma kanat oluyor. bazen yazmayı bırakayım diyorum ve sizden ‘yeni hikayeler bekliyorum’ diyen mektup geliyor. Yine yazmak istiyorum…”

Uzun uzun yazdı. Bütün kaygılarını, ızdıraplarını yazdı.  Sırtından bir yük kalkmış gibi hafifleyip rahatladığını, içindeki üzüntülerin temizlenip yok olduğunu hissederek yazı. Mektubu gönderdiğinde sabah olmuştu. Gözlerini yumup biraz dinlendiğinde elektronik posta kutusunda yeni mektuplar olduğunu gördü. Mektuplara mektuplar eklendi…

Yazarın karısı bir gün onun masasının tozunu alırken açık kalan elektronik postasında “ding” sesiyle birlikte gelen yeni mektubu gördü. Bir sürü elektron posta aslında bir kişiden, Â. dan gelmişti.

“Aziz Yazarım.

Yeni romanınızın kısaca özetini göndermişsiniz. Biliyor musunuz, roman baş kahramanı kadının geçmişi hakkında itiraz doğdu içimde. Önce kocası öldükten sonra kitaplara bağlanan bir kadını çok güzel ve ilgi çekici olarak tasvir etmişsiniz.

Bana kalırsa hayat arkadaşından ayrılan kadın sönüp gider. Özellikle kendisiyle değil o kitaplarla dertleşiyorsa kadın çiçeklenip  açmaz. Onu seven erkeğin ise önce dış görünüşünü değil iç dünyasını sevmesi gerek. Bir görüşte aşık olmak inanılacak şey değil. Bu konuyu yeniden düşünün.

İsterseniz kadının ruh halini tasvir ederken size yardım edebilirim. Dediğim gibi, ben  de sizin de gittiğiniz kütüphanede çalışıyorum. Sizi burada çok gördüm. Belki siz beni tanımazsınız. Bu sefer kendimi tanıtıp yeni eseriniz için yardımcı olmak isterim. Fikirlerime değer verdiğiniz için teşekkür ederim.

Saygılarımla.

Â.”

Kadın, elektronik posta ile yeni gelen mektubu sildi. Sonra hiçbir şey olmamış gibi mutfağa geçti. Hayal dünyasına dalmış, kahvaltı eden kocasına baktı. Eskisi gibi bezgin halde değildi, benzi parlamıştı. Demek ki sebep belli…

—Ben biraz ablama gidip geleceğim.

—Hayır mı? diye sordu kocası.

—Biraz canı sıkkınmış.

Kadın sokağa çıktı. Kocasının her zaman gittiği kütüphane oralardaydı. Tatil günleri açık değildi ama o bekçiden Â. adında çalışanları olup olmadığını sordu. Yalnız Âmine adında bir kadın çalışıyordu. Bekçinin de canı sıkılmış, konuşacak birini arıyor olmalı ki kadının her sorusuna üşenmeden cevap verdi: Âmine’nin kocasının öldüğünü, yıllardan beri burada çalıştığını, çocuğu da olmadığını, çok kitap okuduğunu hatta öğle yemeğinde ne yediğine kadar…

Ertesi sabah kütüphanenin kapısı açılır açılmaz kadın okuma salonundaydı. Kitap okuyanlara hizmet eden Âmine, karşısında nefretle kendisine bakan kadını görünce ürktü. Kadın:

—Ya bugün hemen işten ayrılır, kocama mektup yazmayı da bırakırsın veya şimdi imdat diye bağırmaya başlar, kocamla ilişkisi var diye seni herkese rezil ederim!

Âmine adlı kadın titreyerek etrafa baktı. Kitap okuyanlarla dolu olan salon, öbür tarafta kütüphane müdürü çalışanlara bir şeyler söylüyor, diğer tarafta meslektaşı olan kadınlar elleri ayakları birbirine dolaşarak gelen yeni kitapları raflara yerleştiriyorlardı. Küçücük vücudu iyice küçüldü. Güçlükle:

—Tamam, diye fısıldadı.

—Yarın burada izini tozunu görmeyeceğinm. Kocama da göz süzüp bakma, dedi kadın ona doğru eğilip fısıldayarak.

Sonra da zafer kazanmış gibi mağrur bir tavırla salondan ayrıldı.

Gerçekten de Âmine o gün kütüphanedeki işinden ayrıldı. Yazar ise yine önceden olduğu gibi eski haline ve tavrına döndü: Düşkün ve ezik… Kadın ise kocasını kazanmış olduğundan mutluydu.

Bir müddet sonra romanı basıldı. İlk sayfasında “Değerli dostum A.’ye ithaf ediyorum.” yazan satırları okuyan kadının canı sıkıldı. Kocası ise o konuda hiç açıklama yapmadı. Soran gözlerle bakan karısına bakıp derinden iç çekti, o kadar…

Acaba Â. bu kitabı alıp okumuş muydu?

***

Geçmişte kalan hatıraların anlatımı sona erdiğinde anma gecesi programı da bitmişti. Yazarın karısını ve çocuklarını büyük bir saygı ile uğurladılar.

Yazarın portresinin asıldığı duvara biraz sonra başka bir sanatçının portresi asıldı. Gürül gürül alkışlar, tantanalı sözler, elden ele dolaşan kitaplar arasında geçen programı tek başına pencereden seyreden küçük cüsseli kadın kendini çok zayıf, ezik hissediyordu. Binadan ayrılırken yine bir kez dönüp arkasına baktı.

“Aziz yazarım.

Bana kalırsa burada canlı insan yok. Kim bilir…” diye kendi kendine fısıldadı o.

Elindeki okunmaktan eskiyip giden kitabı bağrına basarak metroya binip gitti.

2020

Türkiye Türkçesine Çeviren: Mahir Ünlü

Özbekçe